Eleştiri

Festivaldeyiz: Last Flight Home, I Love My Dad & 1976

Yayınlandı

on

Oscar Boy’un gazete küpürünü andıran köşesinde Londra Film Festivali birikmişlerini temizleme vakti. Biraz da “bunları izlemeseniz de olur” yazısı esasında. Sağ ayakla lütfen!

[one_third]

LAST FLIGHT HOME
Yön: Ondi Timoner

Sundance ve Telluride’ta seyirci karşısına çıkıp ödül sezonu için ufaktan hazırlıklara girişen Last Flight Home, minik bir havayolu şirketinin sahibiyken geçirdiği felçle hayatı alt üst olan, kendince ünlü iş adamı Eli Timoner’ın son günlerini konu alıyor. Giderek durumu ağırlaşınca ötanazi hakkını kullanmaya karar veren Timoner’i, bizzat kızı tarafından çekilmiş bu belgeselde bütün ailesiyle vedalaşırken, mutlak sona doğru yol aldıkları o son 14 günde izliyoruz. Ölüm kavramının tokat gibi yüzümüze çarpmasından sebep soğuk ve acı dolu bir atmosfere sahip Last Flight Home. Filmin bir noktasında gözyaşı dökmemek, Yahudi inanışına sıkı sıkıya bağlı ailenin ritüellerinden etkilenmemek neredeyse imkânsız. Ancak ölüme korkusuz yürüyen Eli için değil de, geride kalan aile üyeleri için bir hatıra olsun diye çekilmiş gibi sanki yapım. Öznesiyle bu kadar ilgisiz olması, kayda değer başarılar elde etmiş babalarının geçmişini kati surette umursamamaları ağızlarda acı bir tat bırakıyor.

[/one_third]

[one_third]

I LOVE MY DAD
Yön: James Morosini

Stand-up komedideki yeteneklerini bir türlü beyazperdeye taşıyamayan Patton Oswalt, rol arkadaşı James Morosini’nin yazıp yönettiği bu yapımda boşandıktan sonra oğluyla iletişimi minimuma inmiş bir babanın, tekrardan oğlunun hayatı üzerinde bir tahakküm kurabilmek için catfishing yöntemine başvurmasını konu alıyor. Politik yanlışlık uçurumlarının kıyısında gezen senaryosunda baba oğulun, dolaylı yoldan sexting yaptığı, özel hayat ihlalinin zirveye çıktığı, türlü psikolojik manipülasyonun gün yüzü gördüğü zorlu bir akış var. Neyse ki filmin kendini ciddiye almayan tavrı sayesinde bir nebze olsun soğuk terler döktüren hadiseleri göğüslemeyi başarabiliyoruz. Fakat öykünün temelinde yer alması gereken o karşılıksız sevgiyi, iki ana karakterinin sözlü olarak dile getirilen kan bağı haricinde hissedebilene aşk olsun. Herkesin arasındaki mesafe fazlaca hissediliyor ve film, tekrara düşmekten de nedense yılmıyor. En büyük artısı, bu psikopatlığa yaraşan finali.

[/one_third]

[one_third_last]

1976
Yön: Manuela Martelli

Kariyerine oyunculukla başlayan Manuela Martelli, yetmişli yıllardaki Şili politik iklimini perdeye taşıyor yeni filmi 1976 ile. Pinochet’nin demir yumruğunun etkisi altında yaşamaya çalışan Şile halkının uğradığı zulme dair, daha önce de defalarca çekilmiş bir dönem draması olarak da özetlenebilir pekâlâ. Filmin merkezindeki Carmen, otoritelerden saklanan birine kol kanat gerip, yasa dışı bir eyleme girişiyor. Ve film de bunun ardından Carmen’in dışarıya verdiği sıradan bir kadın izleniminin altındaki “ajan”la ilgilenmeye, seyircisini sigara dumanına sarmaya başlıyor. Çok geleneksel tercihlerle dolu, Aline Kuppenheim’ın perdeden taşan karizmasına sırtını dayamış, karakter barındırmayan, televizyon estetiğinin esiri olmuş bir film diyerek acımasızca özetleyebilirim 1976’yı. Ana akıma has bir hantallık var rejisinde büsbütün. Aramıza giren okyanuslara karşın sanki bir Şili filmi değil de, Hatırla Sevgili bölümü izliyormuşuz hissi vermesi de tam olarak bu yüzden. 

[/one_third_last]

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version