Dizi Eleştirisi
House of the Dragon (1. Sezon)
Aynı külliyatın iki farklı ayağı olduğu için mukayese üzerinden ilerlemek pek yanlış tabii. Ne de olsa orijinal yapımı David Benioff ve D.B. Weiss gibi mizansen kurma, diyalog yazma konusunda epey başarılı isimler, harika bir yazar odasıyla dizinin son sezonlarına kadar başarılı bir şekilde ayakta tutmuştu. House of the Dragon’da sahneye Dwayne Johnson’la birkaç film yapmış Ryan Condal ve dizinin ikonik bölümlerinde yönetmenlik koltuğuna oturmuş Miguel Sapochnik çıktı, ki Sapochnik ilk sezon sonunda showrunner pozisyonundan da ayrılmış durumda. Ali Cengiz oyunlarını kusursuz bir biçimde sahneye koyan Benioff ile Weiss’tan sonra Condal’ın kreatif önderliği pek tatmin edici gelmiyor ne yazık ki, hem de George R.R. Martin’in söz hakkı bu defa çok daha fazla olmasına karşın. Benim en büyük sıkıntım bu House of the Dragon’la. Basit diyaloglar, seyircinin taraf tutmasını sağlayacak kompleks yapıya sahip karakterler oluşturamamak, ihtilaflarının zayıflığı ve hikâyenin özünden de sebep hep tesadüflerin, yanlış anlaşılmaların tansiyonu oluşturması zayıf bırakıyor sanki dizinin elini.
HBO ekranlarında her hafta yeni bir sinema filmi izletme misyonunu edinmiş Game of Thrones franchise‘ına yaraşan ikinci yarısı, çocukların kısmen büyümesi ve dostun düşmanın belirginleşmesi sayesinde elbette daha güçlü. Bir şekilde kardeşler arasındaki dinamikler de belli ki hikâyede yeni katmanlar oluşmasına yardım edecek. Ancak saf kötülüğüyle karanlığa gömülen hiç kimse yok görünürde. Neredeyse herkes o kadar vicdanlı ve maraz doğuracak eylemler yaptıktan sonra da öylesine orta yolcu ki House of the Dragon’ın içerisinde heyecanı bulamıyoruz. Bütün albenisini, hayranların favorisi olmuş karakterleri gözlerinin yaşına bakmadan tek kalemde silip atmasıyla edinmiş bir yapımda, öldüren pişmanlıkla kavruluyor, ölen de seyircinin umurunda olmuyor ve öldüğüyle kalıyor.
Başarılı oyuncu rejisi, yetenek abidesi kadrosu dışında House of the Dragon’ı yapım üzerinden övmek beni biraz zorluyor. Burada isim vermeden de geçemeyeceğim: Nurse Jackie’yle âşık olduğumuz Eve Best, kalbimizin prensi Matt Smith, Alicent’ı ilgi çekici bir karakter hâline dönüştüren Olivia Cooke, Rhaenyra’nın gençliğini oynayan Milly Alcock ve yetişkinliğini canlandıran Emma D’Arcy, son olarak da Britanya’nın en yetenekli aktörlerinden Paddy Considine ayrı ayrı övgüleri hak etmekte. Ama net bir eksik var, evet. Ben adını koyamadığım bu yavan hissiyat için kimi suçlayacağıma henüz karar veremedim. Dizinin yeni yürütücüleri acele ettiği için karakterleri tanıyıp sevmeye fırsat bulamıyor olabiliriz. George R.R. Martin’in Targaryen tarihinde, vicdanın başrollerden birine dönüşmesi hazzımıza engel teşkil ediyor olabilir. Bütün bunlardan daha önemlisi, Game of Thrones’un hafızalarımızdaki yerinin çok taze olması da var elbette. Zirveyi gördük, yerini dolduramıyoruz sanırım. Tabii yolumuz uzun. House of the Dragon’ı “Hay allah.” altyazısıyla bitse şaşırmayacağımız son sahnesinin ardından terk etmeye niyetimiz yok. Elbet bir yerlerde, kaybettiklerini geri alması için mücadele eden birine koşulsuz şartsız destek vereceğimiz günler de gelir.