Eleştiri
Black Panther: Wakanda Forever
Çok zor bir görevi gerçekleştirmek üzere geçmiş işin başına Coogler. Bu kadar sevilen, siyah kültürün çağdaş izdüşümündeki temsilcisine milyon dolarlık bir cenaze töreni hazırlarken aynı zamanda Marvel müptelalarının ilgisini de ayakta tutacak bir öykü aramış. Senaryo yazım sürecinde, hastalığından haberinin olmadığı Boseman’ı kaybedince yazdıklarının ne kadarını çöpe atmak zorunda kaldı bilinmez. Ancak hep bahsi geçen Wakanda içerisindeki alt kültürleri etüt etme fikrini yeni bir uygarlıkla tanıştırarak deniyor zaten. Elindeki kaynaklardan değil, bunlara sahip olmak isteyenlerden korkan ve kralının acısını çeken Wakanda aynı kaynaklara sahip taze bir suretle karşılaşınca bocalıyor bu filmde. Su altındaki koşullara asimile olmuş, tarihleri kolonyalistlerin etkisi altında kalmış bir başka ırkla aralarına ekilen nifak tohumuna çözüm ararken izliyoruz Wakanda’yı aynı zamanda. Önce içeride, ardından Avengers serisinde Thanos’a karşı verdikleri mücadele yeni bir cephe ediniyor kısacası.
İlk filmdeki teknik eksikliklerin hepsini tamamlamış ve görsel anlamda bütünlük sağlamış bir Black Panther var karşımızda her şeyden evvel. Chadwick Boseman’a yapılan veda filmin bütününü hikâye anlamında kaplamıyor olsa da, Boseman’ın inşasına büyük katkısı olmuş evreni çok daha iyi bir ışıkta izliyoruz bu defa. Bununla birlikte Letitia Wright ile Angela Bassett’ın karakterleri birinci dereceden akrabalığın da getirdiği yükle neredeyse bütün sorumluluğu sırtlanmış. İki oyuncuya haddinden fazla iş düşmüş ama tüm ekip içerisinde en iyi malzemeyle çalışanlar bu ikili olduğu için, ikisi de üstesinden başarıyla gelmiş. Afrofütürizm estetiğinin en şahane ürünü Wakanda’da iyi performanslar, göz alıcı setler ve yaratıcılıktan yana bir pürüz yok yani. Fakat meselesini dallanıp budaklandırmak, hikâyeyi doğru yerlerde ivmelendirmek ve Killmonger sonrası motivasyonlu bir “kötü” sunmakta ne kadar başarılı olduğu şaibeli.
Kuralları belli bir evrende hem macerayı, hem de matemi aynı potada eritmek eğer ki bu fırsatı size tanımayacak bir stüdyoyla çalışıyorsanız, imkânsız bir hedef. Black Panther: Wakanda Forever, olanaksızlıklarla dolu rotasında boğazındaki düğümü öteleyerek ve hatta üzerine yeni bir düğüm atarak daha da zorlaştırıyor işini üstelik. Adı farklı özü aynı tarafların karşılaştığı muharebeyi mecburi bir istikamet olarak kullandığında yapıyor ilk hatasını. Ardından nereye koyacağını bilemediği Amerikalılar ile yeni bir çıkmaz yaratıyor. Biriktirdiği tansiyonu nihayete erdirip kendini dingin sulara bırakınca da tüm bu fantezi dünyasında bir şekilde tutunduğumuz realite varyasyonu tamamen baltalanıyor. Herkes, her şey kapanış jeneriğinin arasında bir yere sıkıştırdığı ekstra sahnesi için Marvel’ın verdiği bütçeyi bitirmek üzere yapılmış gibi geliyor bu boşvermişlikle. Haklı bir müsriflik de üstelik. Tüm bu mirasın merkezindeki insan son yolculuğuna uğurlandıktan sonra zaten gerisinin ne önemi var ki? Ama ben Black Panther’a duyduğum hayranlığa zeval gelmesin diye Wakanda Forever’ı bir geçiş filmi olarak kabul etmeyi seçeceğim. Gözlerimizin dolduğu, hunharca elimizden alınmışlara duyduğumuzun özlemin perçinlendiği bir mola gibi. Zira öncülünü de düşünerek bir kıyasa girişince hüsranın başladığı ve bittiği yeri görebilmek mümkün değil. Bu tanrı kompleksli, yeni ve taze zihinlerden öcü gibi korkan, kendi derdini herkesinkinden öte gören kötüsüyle hele hiç hiç değil!