Eleştiri
Till
Afroamerikan sivil haklar hareketinde çok çok değerli bir yeri varmış Till’in konu aldığı Mamie ve Emmett Till’in. Ben de filmi izleyince öğrendim. Ellilerin tam da ortasında, 14 yaşındaki oğlunu Mississippi’deki kuzenlerinin yanına gönderiyor Mamie Till. Yaşadıkları Chicago’da bir siyah olarak kölelik sona erse de Emmett’ın gittiği eyalette durum ise bambaşka. Burada beyaz bir market sahibi/kasiyerle kurduğu “sınırları aşan” iletişim sonrası Emmett, beyaz öncelikçi caniler tarafından linçlenerek öldürülüyor. Bundan sonrasında da annesi Mamie acı haberi aldığı gibi matemini kamusallaştırıyor. Tanınmaz hâle getirilmiş oğlunun naaşını açık tabutta sergiliyor, hitabet konusundaki becerilerini kullanmaya başlıyor, dava sürecinde saklanmayı değil olabildiğince fazla görünürlüğü hedefleyerek bütün ülkeye yayılacak bir ayaklanmanın fitilini ateşliyor. Daha evvel yine sosyal drama olarak sınıflandırılan Clemency’i yönetmiş Chinonye Chukwu da, Till isimli yapımda Mamie Till’in aktivizmi kucakladığı dehşet verici olaylar zincirini anlatıyor.
Öğreticiliği konusunda bir yorum getirmeye dahi gerek yok Till’e. Martin Luther King’in önderlik ettiği çok kıymetli ve ehemmiyetli bir başkaldırının önemli yüzlerinden biriyle daha tanışmış olduk. Siyah kültür içerisinde ne üzücüdür ki hep yer bulan, Nope’ta da çağdaş yöntemleriyle bahsi geçen “kanıt bulundurma” alışkanlığının acı verici bir temsili aynı zamanda. Hatta belki de bu öğrenilmiş çaresizliğin tarihteki en bilinen örneği bile denilebilir. Fakat hikâye anlatma sanatının incelikleri göz önüne alındığında iyi bir film izlemediğimizi söyleyebiliyorum rahatlıkla. Till, abartılı müzik kullanımından doruk noktasını mahkeme salonuna saklayışına, çok erken başlayıp çok geç biten sahnelerinden oyuncu rejisine kadar bütünüyle zorlama bir didaktikliğin esiri olmuş. Hikâyenin özünde bulunan önemi de geri planda bırakan, ürettiğine yüksek değerler biçen bir anlatıcıyla cebelleşiyoruz filmi izlerken. Bir vaiz kostümünün içerisinde gerçeği eğip bükerek (Filmle ilgili araştırma yapıldığında, Emmett Till’in beyaz kadınla flörtü hakkında tarihçilerin ikiye bölündüğünü görüyoruz.) anlatılması gerekene değil de nasıl anlatırsam seyirciyi daha iyi manipüle ederim sorusuna odaklanmış Chukwu. Böylesine bir yönlendirmeye hiç gerek olmamasına rağmen hem de.
Televizyon filmi estetiğinin ağır geldiği, teknik noksanların ağırlıkta olduğu filmi konuşurken Danielle Deadwyler’ın ekrandan taşan oyunculuğuna da değinmek şart. Till’i sırf bu performans üzerinden bile okumak mümkün çünkü. Benim üzerimde pek bir etkisi olmayan oyununun esi ziyadesiyle bol ve, tahmin etmesi güç olmayacaktır, kendinden menkul. Bilhassa Whoopi Goldberg, Frankie Faison gibi ustalarla sahne paylaşırken Deadwyler’ın ağırlığı büyük bir rolün altında ezildiği net bir şekilde hissediliyor bana kalırsa. Dolayısıyla çevresinde dönen ödül sohbetlerine olumlu bir reaksiyon vermekte güçlük çekiyorum. Amma velakin filmle kontrast oluşturmayan mübalağasının işliyor olması anlaşılır. Sağ politikanın, faşizmin her türlüsünün, göçmen düşmanlığının zirve yaptığı günümüzden kolay bir ava çıkıyor ne de olsa Chukwu. Bu uğurda Deadwyler’ın titrek ifadesi de karşılığını buluyor elbette.