Eleştiri

Kurak Günler

Yayınlandı

on

Yönetmen & Senaryo: Emin Alper | Oyuncular: Selahattin Paşalı, Ekin Koç, Selin Yeninci, Erol Babaoğlu, Erdem Şenocak, Sinan Demirer, Ali Seçkiner Alıcı, Nizam Namidar, Eylül Ersöz, Hatice Aslan | Türkiye, Fransa, Almanya, Hollanda, Yunanistan, Hırvatistan | 129′ | Dram

Nerden nasıl başlarsam başlayayım, kolay olmayacak. Çok uzun bir yolculuk Kurak Günler’inki. Cannes’da Queer Palm adayı olduğunu duyduğumuz anda heyecanla fitili ateşlendi bu maceranın. Sabırsızlıkla beklemeye koyulacakken devletten aldığı desteği de ilgilendiren bir takım asılsız iddialar ortaya atıldı, iktidarla yakın kişiler ve kurumlarca. Bakanlığa verilen senaryoda eşcinsel karakterlerin yer almadığına dair bir yalanla su bulandırıldı. Belki prodüksiyonun bir parçası olmuş ekip için bu defter kapanmadı ama Antalya’da gördüğü ilgi, ödül töreninde başta yönetmen Emin Alper olmak üzere Kurak Günler adına ödül alan herkesin yaptığı konuşmalarla bizler unutur gibi olduk olanları. Umutla da dolduk hatta. “Tarih sizin yanınızda değil. İnsanlığın özgürlük talebini susturamayacaksınız. Kazanamayacaksınız ve yıllar sonra hatıranızın önünde saygıyla eğilecek kimseyi bulamayacaksınız.” demişti Alper. Hem hüzünle, hem coşkuyla, karmakarışık duygulara hasıl olarak kulak verdik. Sonrasında minik minik duraklara uğramaya, sinemaya gönül vermiş, bu ülkede yaşamış herkesi derinden yaralamaya ve etkisini göstermeye devam etti Kurak Günler. Ben de bu süreçte iki defa buluştum filmle. İkisinde de bahsi geçen karanlığı anarak, ama daha da dişlenerek tamamladım seyrimi. Ertelenen vizyon tarihini fırsat bilip 9 Aralık’a saklamıştım söyleceklerimi hatta. Ama ne oldu? Kültür ve Turizm Bakanlığı Genel Müdürlüğü’nden projeye verilen finansal yapım desteğinin yasal faiziyle geri istendiği bir güne uyandık. Çok fazla katmanları olan, Türkiye’deki sinema ve siyaset tarihine kara leke olarak geçecek bir olayla karşı karşıyayız. Sıcağı sıcağına etkileri hissedilmiyor belki. Ancak ülkenin uğradığı erozyona başkaldırmış bir sesi kısma, bununla birlikte tartışmanın bir parçası olmuş LGBTİ+’lara da gözdağı verme amacıyla alınmış bir aksiyon olduğunun farkındayızdır umarım. Bu sebeple filmi övmeye geçmeden evvel herkesi Kurak Günler’i sinemada izlemeye, ülkenin parmakla gösterilebilecek sinemacılarından birine ve filmine destek vermeye davet ediyorum. Yine cevabı vermek bize kaldı.

Gelelim sansürün gölgeleyemediği kısma… Kurak Günler, bir süredir susuzlukla sınanan, bu sebepten obrukların oluştuğu Yanıklar adında bir kasabada geçiyor. Buraya yeni atanan savcı Emre, sonradan belediye başkanının oğlu olduğunu öğrendiğimiz avukat Şahin ve kasabada hekimlik yapan dişçi Kemal tarafından bir rakı sofrasına davet ediliyor. Alkolün etkisiyle büyük bir kısmını hatırlayamadığı gecenin ertesi Yanıklar’da bir tecavüz vakasının yaşandığı ortaya çıkıyor ve genç savcımız failleri ararken neredeyse bütün kasabayla gerginlik yaşamasına sebep olan bir takım olayların baş kahramanına dönüşüyor. Ancak tüm bu öyküden daha önemli bir şeyle ilgileniyor Kurak Günler. O da ne? Suyu çekilmiş, içi kurumuş, yozlaşmış, ötekinin ezildiği, hamaset edebiyatının kazandığı, bir türlü ışığı göremeyen Türkiye. Son 20 yıla tesir etmiş bir çıkışsızlığı lafını esirgemeden anlatıyor. Kana susamış belediye başkanı ve hısımından, azınlıklara, eşcinsellere, kendinden olmayan herkese layık gördüğü muameleye kadar bu ürkütücü ülkenin politik, hukuki, sosyal, kültürel, ekolojik yapısına dair derinlemesine bir gözlem ortaya koyuyor.

Türkiye’de soyunun tükendiğini düşündüğümüz politik sinemanın en değerli örneklerinden biri her şeyden evvel Kurak Günler. Muhalif bir sese duyduğumuz ihtiyacı karşılayacak sertlikte üstelik. Savcı Emre’si seyircinin kendini konuşladığı yerde dururken, karşısına da iktidarın gölgesini düşürüyor birbirinden farklı karakterlerle. Etrafına çevreledikleri arasında ise en değerlisi gazeteci Murat. Eşcinsel kimliği (ya da yalnız ilişkilenmeleri mi demeliyim bilmiyorum) kasabalının diline sakız olmuş, aynı zamanda mevcut iktidara aykırı fikirleriyle net bir cephe ve hatta kimisi için de hedef yaratıyor Emin Alper burada. Savcıyla aralarındaki adı konmayan, finale doğru hatırladıklarıyla bir bütün oluşturan yakınlaşma da bütün tansiyonların merkez noktası bir taraftan. Sadece ötekileştirmekle kalmayan, karşısındakini de tek yumruk hâline getirip düşman belleyen bir cehalet bu, biliyorsunuz. Tabii burada LGBTİ+’lar için bir temsiliyet alanı yaratıldığına dair oluşan yanılsamayı düzeltmek de şart. Alper’in niyeti bizden olanı cezalandırmaya ant içmişlerin karşı cephesinde bir görünürlük yaratmak aslında. Kutupların ülkesi Türkiye’den bir kadını, bir Kürt’ü, bir Alevi’yi, trans birini seçse de aynı kapıya çıkacak anlatısını eşcinsel Murat’la ve onun yörüngesinde savrulan savcıyla şekillendirmiş.

Kurak Günler’i temelde güçlü kılan ise sezdirdiği aşinalık. Savcının Yanıklar’a ayak bastığı anda büyük bir şehirden geliyor olmanın ve tabii gençliğinin de etkisiyle tutunduğu idealist tavrı aşındıranı da, suçu engellemeye değil teşvike mahal veren zihniyeti de hepimiz çok iyi biliyoruz. Ataerkil toplumların sıkıca sarıldığı silahlarla kutlamalar yapıldığında, talihsizce burada doğduğu için bir şekilde yozlaşarak asimile olanı gördüğümüzde de hissettiklerimiz baki. Ve Emin Alper tüm bunlarla birlikte hepsini de öyle çözümsüz bırakıyor ki, 2002’deki genel seçimlerden beri her yeri saran katran karası irini 130 dakikalık süresince tekrardan üzerimize boca etmişcesine nefessiz kalıyoruz. Bir çözüm filmi değil zaten Kurak Günler. Bir gözlem filmi daha çok. Buradayım, yanınızdayım, Gezi’den beri, ülkenin dört bir yanında gerçekleşen ve pek çok ölümle sonuçlanan acımasız saldırılardan beri sindirildik, korkutulduk, uyutulduk ama o öfke dinmedi diyor film. Ana karakteriyle birlikte bize de unuttuğumuzu hatırlatıyor, canavara karşı bir olmamız gerektiğini de…

Ne kadar konuşsam, ne kadar devam etsem az kalacak. Türkiye Sineması için çok kıymetli bir yerde Kurak Günler. Evet, onlar kazanamayacak, yıllar sonra hatıralarının önünde saygıyla eğilecek kimseyi bulamayacaklar. Ama Emin Alper’in filmi çok da güzel yaşlanacak. Avrupa Film Akademisi’nden ödül alan Özcan Vardar ve Eytan İpeker imzalı kurgusuyla, her dinlediğimde tüylerimi ürperten Stefan Will besteleriyle, görüntü yönetmeni Christos Karamanis’in finaldeki unutulmaz planıyla hatırlanacak. Selahattin Paşalı gibi taptaze, ucu bucağı olmayan bir yeteneğin varlığıyla, kadrodaki Erol Babaoğlu’ndan Selin Yeninci’ye, Erdem Şenocak’tan Sinan Demirer’e incelikle işlenmiş performanslarla dillerden düşmeyecek. Ha bir de… Sanki bu sansürün tek bir sebebi varmış gibi davranılınca bu filmin yapımcıları arasında haksız sebeplerle hapse atılan Çiğdem Mater’in olduğu, tüm gösterimlerinde Mater’e ve yol arkadaşlarına selam gönderildiği, Antalya’yı sallayan Emin Alper konuşması biraz unutulmuş gibi geldi bana. Unutmayalım, hafızamızı tazeleyelim. Hele ki Kurak Günler tam olarak bunu yapmamızı rica eder, belleğimizi kurcalarken bu karanlık rejimin karşısında parçalanmaktan vazgeçelim.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version