Eleştiri
Kurak Günler
Gelelim sansürün gölgeleyemediği kısma… Kurak Günler, bir süredir susuzlukla sınanan, bu sebepten obrukların oluştuğu Yanıklar adında bir kasabada geçiyor. Buraya yeni atanan savcı Emre, sonradan belediye başkanının oğlu olduğunu öğrendiğimiz avukat Şahin ve kasabada hekimlik yapan dişçi Kemal tarafından bir rakı sofrasına davet ediliyor. Alkolün etkisiyle büyük bir kısmını hatırlayamadığı gecenin ertesi Yanıklar’da bir tecavüz vakasının yaşandığı ortaya çıkıyor ve genç savcımız failleri ararken neredeyse bütün kasabayla gerginlik yaşamasına sebep olan bir takım olayların baş kahramanına dönüşüyor. Ancak tüm bu öyküden daha önemli bir şeyle ilgileniyor Kurak Günler. O da ne? Suyu çekilmiş, içi kurumuş, yozlaşmış, ötekinin ezildiği, hamaset edebiyatının kazandığı, bir türlü ışığı göremeyen Türkiye. Son 20 yıla tesir etmiş bir çıkışsızlığı lafını esirgemeden anlatıyor. Kana susamış belediye başkanı ve hısımından, azınlıklara, eşcinsellere, kendinden olmayan herkese layık gördüğü muameleye kadar bu ürkütücü ülkenin politik, hukuki, sosyal, kültürel, ekolojik yapısına dair derinlemesine bir gözlem ortaya koyuyor.
Türkiye’de soyunun tükendiğini düşündüğümüz politik sinemanın en değerli örneklerinden biri her şeyden evvel Kurak Günler. Muhalif bir sese duyduğumuz ihtiyacı karşılayacak sertlikte üstelik. Savcı Emre’si seyircinin kendini konuşladığı yerde dururken, karşısına da iktidarın gölgesini düşürüyor birbirinden farklı karakterlerle. Etrafına çevreledikleri arasında ise en değerlisi gazeteci Murat. Eşcinsel kimliği (ya da yalnız ilişkilenmeleri mi demeliyim bilmiyorum) kasabalının diline sakız olmuş, aynı zamanda mevcut iktidara aykırı fikirleriyle net bir cephe ve hatta kimisi için de hedef yaratıyor Emin Alper burada. Savcıyla aralarındaki adı konmayan, finale doğru hatırladıklarıyla bir bütün oluşturan yakınlaşma da bütün tansiyonların merkez noktası bir taraftan. Sadece ötekileştirmekle kalmayan, karşısındakini de tek yumruk hâline getirip düşman belleyen bir cehalet bu, biliyorsunuz. Tabii burada LGBTİ+’lar için bir temsiliyet alanı yaratıldığına dair oluşan yanılsamayı düzeltmek de şart. Alper’in niyeti bizden olanı cezalandırmaya ant içmişlerin karşı cephesinde bir görünürlük yaratmak aslında. Kutupların ülkesi Türkiye’den bir kadını, bir Kürt’ü, bir Alevi’yi, trans birini seçse de aynı kapıya çıkacak anlatısını eşcinsel Murat’la ve onun yörüngesinde savrulan savcıyla şekillendirmiş.
Kurak Günler’i temelde güçlü kılan ise sezdirdiği aşinalık. Savcının Yanıklar’a ayak bastığı anda büyük bir şehirden geliyor olmanın ve tabii gençliğinin de etkisiyle tutunduğu idealist tavrı aşındıranı da, suçu engellemeye değil teşvike mahal veren zihniyeti de hepimiz çok iyi biliyoruz. Ataerkil toplumların sıkıca sarıldığı silahlarla kutlamalar yapıldığında, talihsizce burada doğduğu için bir şekilde yozlaşarak asimile olanı gördüğümüzde de hissettiklerimiz baki. Ve Emin Alper tüm bunlarla birlikte hepsini de öyle çözümsüz bırakıyor ki, 2002’deki genel seçimlerden beri her yeri saran katran karası irini 130 dakikalık süresince tekrardan üzerimize boca etmişcesine nefessiz kalıyoruz. Bir çözüm filmi değil zaten Kurak Günler. Bir gözlem filmi daha çok. Buradayım, yanınızdayım, Gezi’den beri, ülkenin dört bir yanında gerçekleşen ve pek çok ölümle sonuçlanan acımasız saldırılardan beri sindirildik, korkutulduk, uyutulduk ama o öfke dinmedi diyor film. Ana karakteriyle birlikte bize de unuttuğumuzu hatırlatıyor, canavara karşı bir olmamız gerektiğini de…
Ne kadar konuşsam, ne kadar devam etsem az kalacak. Türkiye Sineması için çok kıymetli bir yerde Kurak Günler. Evet, onlar kazanamayacak, yıllar sonra hatıralarının önünde saygıyla eğilecek kimseyi bulamayacaklar. Ama Emin Alper’in filmi çok da güzel yaşlanacak. Avrupa Film Akademisi’nden ödül alan Özcan Vardar ve Eytan İpeker imzalı kurgusuyla, her dinlediğimde tüylerimi ürperten Stefan Will besteleriyle, görüntü yönetmeni Christos Karamanis’in finaldeki unutulmaz planıyla hatırlanacak. Selahattin Paşalı gibi taptaze, ucu bucağı olmayan bir yeteneğin varlığıyla, kadrodaki Erol Babaoğlu’ndan Selin Yeninci’ye, Erdem Şenocak’tan Sinan Demirer’e incelikle işlenmiş performanslarla dillerden düşmeyecek. Ha bir de… Sanki bu sansürün tek bir sebebi varmış gibi davranılınca bu filmin yapımcıları arasında haksız sebeplerle hapse atılan Çiğdem Mater’in olduğu, tüm gösterimlerinde Mater’e ve yol arkadaşlarına selam gönderildiği, Antalya’yı sallayan Emin Alper konuşması biraz unutulmuş gibi geldi bana. Unutmayalım, hafızamızı tazeleyelim. Hele ki Kurak Günler tam olarak bunu yapmamızı rica eder, belleğimizi kurcalarken bu karanlık rejimin karşısında parçalanmaktan vazgeçelim.