Eleştiri

Guillermo del Toro’s Pinocchio

Yayınlandı

on

Yönetmen: Guillermo del Toro, Mark Gustafson | Seslendirenler: Gregory Mann, David Bradley, Ewan McGregor, Christoph Waltz, Tilda Swinton, Ron Perlman, Finn Wolfhard, Cate Blanchett, Burn Gorman, John Turturro, Tim Blake Nelson, Tom Kenny | Senaryo: Guillermo del Toro, Patrick McHale, Matthew Robbins (uyarlama), Carlo Collodi (roman) | ABD, Meksika, Fransa | 114′ | Animasyon, Drama, Müzikal

Seyirci canlısı filmler üretmese de bu yönde muamele gören Guillermo del Toro, 2001 tarihli The Devil’s Backbone ve 2006’da eleştirel başarı elde eden Pan’s Labyrinth ertesi bir kez daha Avrupa’da faşizmin nabzını tutuyor yeni projesiyle. Fantastic Mr. Fox’ta da çalışan Mark Gustafson’la, 1883 tarihli çocuk klasiği Pinocchio‘yu uyarlamak üzere geçmişler kamera arkasına. Stop-motion türünde çektikleri ve Netflix’te seyirciyle buluşan animasyon, yakın tarihte yapılan feci Pinocchio adaptasyonlarını unutturmaya aday. Orijinal Disney yapımının saklamak için mücadele verdiği, hikâyenin karanlık tarafıyla ilgileniyor tabii ki de Del Toro. Otuzların İtalya’sına taşıdığı Pinocchio, tam da Birinci Dünya Savaşı sona ererken oğlunu acımasız bir saldırıda kaybeden marangoz Geppetto tarafından yapılıyor. Elemiyle içip o gece sızan Geppetto’nun evine iyi İtalyan ağacındaki yuvasından ettiği Ewan McGregor tarafından seslendirilmiş cırcır böceği göçerken, Ölüm Meleği olarak Tilda Swinton da uğruyor ve Pinocchio’ya can veriyor. Ölüm kavramıyla arasında garip bir ilişki bulunan kukla oğlanımız zamanla birbirinden zor durumlar içerisinde kalıyor tabii. Yeni kanlanıp canlanmış olmanın getirdiği merak ve heyecanla yeri geliyor zorba bir sirk sahibinin kölesine dönüşüyor, yeri geliyor askere giden gençlerin poster çocuğu oluyor, yeri geliyor canavardan bozma bir balinanın midesinde Ölüm Meleği ile yeni bir anlaşma imzalıyor.

Guillermo Del Toro’nun meşhur bir çocuk masalını kendi stiline uygun bir biçimde deforme edeceğini bilenler için bütün beklentileri karşılayan, makabr kompozisyonunda bir yapım Pinocchio. Seri ve renksiz üretim fabrikası Netflix, söz konusu prestij projeleri olduğunda çalıştıkları hikâye anlatıcılarına tanıdığı geniş yaratıcı özgürlük alanını tabii ki Del Toro’ya vermekten de çekinmemiş. CGI teknolojisinin ilerlemesiyle tekrar denenen, anavatanı İtalya’da Roberto Benigni’li bir versiyonla (Bu film de Benigni’nin Life is Beautiful’ını hatırlatmıyor değil.) elden geçirilen Pinokyo’yu teknik ve görsel anlamda olabilecek en yüksek formuna ulaştırmış Del Toro elindeki imkânlar sayesinde. Çok sevdiğimiz ve yerine başkasını koyamadığımız Henry Selick’in gotik dünyası gibi, Meksikalı yönetmenin de filmografisinden alıştığımız izlek, Pinocchio’da da bütün tanıdık öğeleriyle karşımızda. Faşizmin, savaşın, diktatör otoritelerin hep karşısında duran yönetmen bu temalara yoğunlaşırken, filmin bir hayli ağırlıktaki müzikal yönü için de Alexandre Desplat’yla çalışmış. Filmin işlemediği kısımları bile canlandıran besteler, dağınık parçaların bağlayıcısı olmuş hatta.

Yetişkinlerin de izleyebileceği ancak her yaşa hitap eden filmler üretme konusunda usta Del Toro’yla ilgili tereddütlerim ise ne yazık ki Pinocchio’da da karşılığını buldu. Tarih tekerrür ettiği için sağ iktidarlara hissettiğimiz öfke her daim taze kalmayı başarıyor. Dolayısıyla Del Toro’nun bu yönde bir üretim yapmasına diyecek yok. Temel motifini oluştururken ırkçılığa, savaşın her türlüsüne, ötekileştiren bütün politikalara ve zorba rejimlere daima yer veren bir anlatıcı. Ancak söylemini geliştirme konusunda hep eksik kaldığını düşünüyorum. Pinocchio özelinde de haddinden fazla yalın bir konsept, derinlikten uzak sloganlar ve baş döndürücü bir tekrar hissiyle boğuşuyoruz. Del Toro, Mussolini’yi bütün sevimsizliğiyle göstermekten çekinmiyor çekinmesine de ufak yaştaki seyircisini de hep çocuk kalmış yetişkin hayranlarını da aynı sahte mutluluk hissiyle uğurluyor. Sanki dünya bütün faşistlerden temizlenmiş gibi kurgudan daha gerçek bütün kötülerini bölüm sonu canavarıymışçasına aşıyor, ana kahramanın kurtulmasına sevinerek ayakta uyuyoruz. “Savaş çok kötü bir şey.” demekten daha ilerisine gidemiyor hâlâ Del Toro, bu alanda 21 yılda üçüncü filmini yapmış olmasına karşın.

Stop motion tekniğinin sınırlarını zorlayan setler inşa ederek, birbirinden kıymetli ve bakması bile keyifli karakterler yaratarak tutturduğu normu karşılayabiliyor elbette. Bu zaten onun uzmanlık alanı. Ancak Pan’s Labyrinth ve sonrasında ürettiği her şeyde olduğu gibi politik anlamda hep sığ sularda yüzüyor. Dünyanın herhangi bir yerindeki tek adamı yok etmeye niyetlenmiyor, yorum getirmiyor hiç. Onun gölgesiyle yaşamak zorunda kalanlara küçük zaferler hediye ediyor anca. Tatsız bir “Bu gerçekle yaşamak zorundayız.” mesajıyla donatıyor masayı yine. O kabullenmişliğin, boynu büküklüğün bir temsili kısacası Pinocchio. Ama gösterişli, ama yaratıcı, ama çalgılı çengili tabii. Mesele albenili dünyasından ne kadar büyülendiğinizde yatıyor.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version