Eleştiri
Glass Onion: A Knives Out Mystery
Breaking Bad’in unutulmaz bölümlerinden “Ozymandias”ı yönettiği günden bu yana çok kıymet verdiğim bir anlatıcı Rian Johnson. Evvelinde iki uzun metrajlı yapımı daha var tabii ancak Star Wars evreninde hayranlar ona izin vermese de kısa sürede yaptıkları ve bununla birlikte son yılların en iyi tasarlanmış tür filmlerinden Looper’da konuşturduğu kalemi, Johnson’a dikkat kesilmemizi buyuran önemli donelerdi diye düşünüyorum. Bittiğini düşündüğümüz bir alt türü tek mekanda küllerinden doğurduğu Knives Out’un ardından da Glass Onion için heyecanlandık doğal olarak. Trump döneminde tüm dünyanın da haberi olmuş ABD menşeli kültürel ve sınıfsal çatışmaları bir konağa sıkıştırarak, özgür çıkmazlarla dolu coğrafyanın geldiği noktayı eleştirmişti. Her karakterinin temsil ettiği jenerasyon ve ideolojiyle, okuması çok da güç olmayan bir röntgen çekmişti diye de özetlenebilir hatta. Metnini sadece Agatha Christie’ye öykündüğü için değil, politik zenginliğiyle de değerli kılan Johnson’ın bu defa ne yaptığıyla ilgili ise bir fikrim yok ne yazık ki.
Pandemi koşullarını gözardı etmeyen Glass Onion’ı kabaca kafası kesilmiş bir tavuğa benzetmek mümkün. Hangi yöne gittiğini kendi de bilmeyen bir film var karşımızda. Yalnızca bir oyun oynamak istiyor ve bu defa oyunun kurallarını yazarken mantıkla dans etmeye girişmiyor. Bir taraftan çok olağan bu kaos. Salgın sırasında akıl sağlığını kaybetmiş herhangi birimizin elinden de çıkmış olabilirdi çünkü kafası karışık metni. Ancak kakafonisinin içerisinden takip etmeye değer bir entrika çıkarmak neredeyse imkansız. Benoit Blanc’ı ve özel hayatına dair detayları formülden uzaklaştırdığınız anda elinizde neden arkadaş olduklarını anlayamadığımız, yeni medyaya ve dünyaya ayak uyduramamış bir takım karikatürler kalıyor. Burada Jared Leto’sundan Jeremy Renner’ına, iptal kültürüne paralel giden ya da tartışmalı figürler olmaktan vazgeçmeyen ünlülerin isimlerini sırf yeşillik olsun diye nam lakırdısına malzeme etmesi bile fayda etmemiş.
Paul Thomas Anderson’ın Magnolia’sından Elizabeth Holmes sahtekarının meşhur fotoğrafına kadar içerisinde yüzdüğü dev popüler kültür havuzunu kullanmakta üzerine yok Rian Johnson’ın. 15 yıldan uzunca bir süreyi James Bond karakterini canlandırarak geçiren Craig’in yüzünü tazeleyebileceği bir alan da açmış. Küçücük Bond slipi, buradaki gömlek – şort yüzücü takımıyla yer değiştiyor zihinlerimizde. Ama fotoğraf karelerine dayanan hafızamıza dokunurken ton konusunda istikrar sağlayamıyor bir türlü. Katmanlı ya da farklı zaman dilimleri içeren anlatılardaki ustalığını bildiğimizden bunu da şaşırtıcı buldum ben doğrusu. Yalnızca gizeminin payesi kadar değer biçilen bir türde oyuncularının eğlenmesini sağlamış, kenara not aldığı referanslarını Benoit Blanc’ın âlemine monte etmiş, komedinin dozunu artırmış; fakat farklı masa oyunlarının piyonlarıymış gibi duran karakterlerini aynı dilden konuşturmayı başaramamış. Seyirciyi ikna edememesi de en nihayetinde Glass Onion’ın handikapı olmuş.