Eleştiri
Passages
Ira Sachs, göz boyayan büyük numaraların yönetmeni olmadı asla. Doksanlı yıllarda dolaptan çıkamamış iki gay karakterin yakınlaşmasını konu alan Keep the Lights On da, centrifikasyon kurbanı 40 yıllık eşcinsel bir çiftin evsiz kalmasını konu alan Love Is Strange de, meselesini ikincilleştiriyormuş gibi yapan ve anı dinlemeye, olana kulak vermeye meyilli yapımlardı. Passages’ta da durum pek farklı değil. Ancak zamanın daha hızlı aktığı Passages’ın üç karizmatik oyuncusu sayesinde Avrupalı yönetmenlerin gövde gösterilerini andıran bir tarafı var. Senaryodaki basit görünen matematik, eşsiz yeteneklere sahip aktörleriyle bir üst seviyeye taşındığı için sıradan bir melodram olmaktan hızlıca uzaklaşıyor. Elini gizleyerek hayatını yöneten, dokunup paramparça ettiği hiçbir şeyin sorumluluğunu almayan, partnerlerine filmlerindeki oyuncularıymış gibi davranan bencil bir canavarın temsili var çünkü. Herkesin eski ilişkilerinden birinde, irili ufaklı yansımasına rastlayabileceği türden bir narsist ayrıca.
Passages için asıl ve önemli olan hikâye aracı elbette seks. Bütün kararlar arzular tarafından yönetildiği için fiziksel dürtülerin gelişini hiç saklamamış Ira Sachs. Bugüne kadar gay olduğunu sanan Tomas’ın heteroseksüel bir ilişkilenmeyle gelen bedensel uyanışı bir zincirin de başlamasına sebep oluyor aslında Passages’ta. Martin’in görüp de dillendiremediği, Tomas’a dair bütün hisleri dalga dalga karaya vuruyor mesela bu sayede. İçinde bulunurken fark edilmeyen, biraz uzaktan seyredilmek istenen kırmızı bayraklar netleşiyor. Türünün örneklerinden ayrılmasını sağlayan tarafı da bu. Passages gözlem konusundaki yeteneğini büyük ustalardan aşırmış besbelli. Fakat bununla birlikte eşcinsel çifti özelinde başka bir empati kuruyor Sachs’in kamerası. Hak vermekten öte, anlıyor sanki onları. Delifişek Tomas’ın yarattığı ziyanın, kalkanları hep yerli yerindeymiş gibi duran Martin’in kandırılma alışkanlığının bilinciyle başka soru sormayı gerektirmeyen, her şeyi anlamlandıran bir düzenek yaratıyor kısacık süresinde. Seyirciyi çabucak avcunun içine alması ve çoğunlukla övgülere boğulması da bu sebepten buna kalırsa
Passages’ın bütün meziyetlerinin üstüne şunu da not düşmesem olmaz; heteroseksüel ilişkilerin merkeze alındığı filmlerin sayısız defa işlediği temaları çok taze bir yere getirmiş Ira Sachs. Sürekli pozitif LGBTİ+ karakterlerini konuşurken yeni bir döneme geçiş yapmaya başladığımız şu son birkaç yıla pek yakışan farklı bir portre çizmiş. Alternatiflerinin tükettiği bir damarda, sadece kendine hizmet edenin peşinden koşmayı âdet edinmiş eşcinsel “villain“ıyla hesap vermeden hareket ediyor. Kimi zaman at koşturuyormuş gibi hissetirse de ehemmiyet taşıyan herhangi bir duyguyu atlamadan, temsiliyet kavramına yeni anlamlar kazandırıyor.