Dizi Eleştirisi
Succession (4. Sezon)
Lokomotif dramalara yeterli hareket alanı tanımaktaki ustalığıyla bilinen büyük bir makinenin, HBO’nun son imza işiydi Succession. Gidenin yerine yenisini koyma ihtiyacı güden bir yer değil burası. Başka bağımlılıklar yaratarak kendini sürekli yenileyen, yaratıcılığa saygısı büyük bir fabrika yalnızca. Sanata, sanatçıya yer açarken, The Sopranos’tan bu yana televizyona hem ABD özelinde, hem de dünyada yön verdiler. Sayelerinde kablolu yayın ahlakı değerlendi, prestijli isimler televizyona uğrar oldu, filmlerle bütçesel anlamda boy ölçüşen yapımlar süre kısıtlaması olmadan seyirciyle buluştu. Zincirin en yeni halkası Succession da zamanla HBO unutulmazları arasında yerini iyice sağlamlaştıranlardan bir diğeri. Her bölümü tek bir günü anlatan dördüncü ve final sezonunda, Logan Roy’un vefatıyla seyircisini sarsmaya ant içmiş Succession’ın veda öpücüğünde ise her HBO yapımının başına gelene şahitlik ettik: Seyirciye fazlaca kulak vermek.
Kültürel etkinin izlenerek değil konuşularak elde edildiğinin farkında bir kurumla aynı masada oturmak Jesse Armstrong’un kalemini zayıflatmış denemez asla. Özenle yazılmış hakaretler, dünya malını paylaşamayan zenginlerin absürt durumlar içerisindeki avanaklıkları en başından beri bu epik projenin bir parçasıydı elbette. Ama bu sezonda ihaneti göbek adı hâline getirmiş Roy ailesinin akılda kalmaya, ertesi günü sosyal medyaya meze olmaya kafa yoran anları biraz daha baskın hâle geldi diye düşünüyorum. Kelleyle beslenen piyasanın kendine has jargonunu dolgu malzemesi olarak kullanırken kalan kısımlarda yeni bir sayfa hiç açılmamış gibi. Logan’ı dünya üzerinden silmek, sezon özelinde aldığı tek radikal karar olabilir. Kalanı büyük patlama anlarına bir türlü erişemeyen yüzleşmelerden, adres sormayan kurşunlardan, Brütüs’ü dürtmeyi bile gerektirmeyen hançerlemelerden ibaret. Geleni görmek de değil şikayetim. Gelenin neredeyse her sezonda aynı biçimde servis edilmesiyle sorun yaşıyorum.
Dağılıp toparlanan, sonra bunu tekrar eden, bu sefer dağılmaz dedirtip yine dağılan, son dakikada bir kez daha toparlanan, arapsaçı formuna erişince de elveda diyen kardeşlerin öyküsü benzini bitirdiği gibi Succession da bitmiş aslında. Bu açıdan şahane. Ustalık mertebesindeki performanslar, Nicholas Britell’in diziyi şaha kaldıran besteleri ve yaptığı işi kolaymış gibi gösteren sezonun yönetmenlerine (Mark Mylod, Lorene Scafaria, Andrij Parekh ve Becky Martin) diyecek söz de bulamıyorum. Fakat Gerry’nın kullanılmadığı, Greg’in kuklaya dönüştüğü, Connor’ın potansiyeline erişmediği, kartondan yeni karakter Lucas’ın baskın olduğu bu on bölümün cılızlığına itirazım var. Ara bir sezon tadında, bir taraftan da ölçeğinin ne kadar da büyüdüğünün bilinciyle bizi nabzı düşük olmasına rağmen kusursuz bölümler izlettiğine ikna etmeye çalışıyor. Müşkülpesentlik elbette bu mırın kırın etme hâlim. Roy külliyatıyla boy ölçüşebilecek bir yapım da yok. Fakat tam da bu sebepten hayal kırıklığım. Succession’ın malzemesi bittiyse, diğerleri ne yapsın?
Amerikan siyaset sahnesinin turuncusuz ama kurmaca karşılıklarını bularak nabzını tutan, nihayet kalkanlarını indirmiş kardeş birliğini matemde yakalayan ve Kendall’ın da en az Shiv ile Roy kadar berbat bir insan olduğunu hatırlatan dördüncü sezondan akılda kalacak manzara çok yine de. Tarihi minicik bir özel jette kapatmasından tutup dikiş attıran final kavgasına değin hafızalara kazınacak hatıralar armağan etti. Kieran Culkin ile Sarah Snook’un Emmy ile buluşmaması ihtimalini kalbimin kaldırmayacağı gelecekte de eminim hep iyi anacağım bu televizyon efsanesini. Biraz buruk olsam da…
İlkay
30 Mayıs 2023 at 17:35
Seçim dönemimizdeki dalgın zihinlerimize gelmesi de etkilemiş olabilir sanki bizi. Kendi adıma tekrar bir şans daha vereceğim bu sezona gelecek dönemde.