Eleştiri
Barbie
Stanley Kubrick’in başyapıtı 2001: A Space Odyssey’e referanslı açılışından itibaren filmin yönetmeni/senaristi Greta Gerwig’ün seçtiği bir yön var esasında, o da Mattel’in temellerini attığı sözde kusursuz dünyanın normal olmadığını vurgulamak. Kız çocukları porselen bebekleri parçalayıp Barbie için saçlarını başlarını yolarken, ulaşılmazı bir bebeğe dönüştürmüş ve daha küçük yaştan kadın bedenine dair yarattığı karşılanması hem güç hem de anlamsız standartları hatırlatan bir girizgâhla karşılanıyoruz. Sonrasında büyüleyici setler, birbirinden güzel kostümler, Hollywood’un genç ve yetenekli neslinin eşliğinde cinselliğinden arındırılmış bu plastik varlıkların gerçekliğine ışınlıyor izleyicisini Barbie. Karakterlerin de şakanın içinde olduğunu hatırlatan bir tavırla, her viraja eğlenceli oyuncaklar yerleştiriyor. Kâh müzikal bir numara, kâh Ken’in Barbie obsesyonundan sağılmış kırılgın maskülinite portresi, kâh cinsiyetçilik derken ivme hiç düşmüyor. Ancak bu janjanlı paketin içindeki mesaj pek de taze değil bana kalırsa.
Filmlerinde kız kardeşliği, feminist alt temaları işlemeye özen gösteren Greta Gerwig için böylesine büyük bir fırsatın, dilediği gibi at koşturabileceği ortamın, yapımcılar arasına Mattel girdiğinden mi bilinmez, sterilize hâli tam bir hayal kırıklığı. Eleştirmeye çok müsait Barbie alamet-i farikası, kurumun piyasaya sürdüğü absürt varyasyonlar haricinde hiç mevzu edilmemiş mesela. Barbie’yi gerçeklerle yüzleştirdiği sahnelerin hemen arkasına umursamaz ve bağlamdan uzak tamponlar koyarak kendini baltalamaktan da hiç geri kalmamış. Örneğin şahane bir biçimde Barbie’yi Ken için deli olan bir budala gibi göstermekten imtina ediyor. Kadınlığı seksten, cinsiyetten arındırarak, toplumsal bir norm olarak ele alıyor. Ama sonrasında filmini Barbie’nin olmayan vajinasına ulaştığı, jinekolog randevusu aldığı yerde noktalandırıyor. Burada da cinsiyet politikası hakkında söyleyemedikleri, belki de hiç söylememesi gerekenlere dair bir tartışmaya sevk oluyoruz.
Greta Gerwig’ün Barbie’sinin net bir inancı var, o da dünyada iki cinsiyet olduğu. Bunu üreme organlarından ayıracak biçimde söylediğini ve toplumun inşa ettiği rolleri ele aldığını dile getirerek savunuyordur belki bir yerlerde. Fakat evrenin keşfedilmiş kısmını ikiye bölerken de hep kadın ve erkek karşı karşıya geliyor, başka bir zıtlık oluşturmaya yeltenmiyor, yalnızca bu damara oynuyor Gerwig. Bir gri yaratma zahmetine hiç girişmemiş, Mattel’in oyun alanında mesai yapmış yalnızca. Kime karşı savaşması gerektiğinden de bihaber. İkinci dalga feminizmin yanından geçemeyen, tekrar tekrar servis edilen America Ferrera monologu iyice netleştiriyor buradaki demode motivasyonu ve tabir-i caizse yetersizliği. Son yarım yüzyıl hiç yaşanmamış, Barbie’nin üretildiği tarihe geri dönmüşüz gibi bayağı bir yöne kırıyor direksiyonu. Ferrera’nın erkek atanmış hayat arkadaşını göstermediği için onu affedeceğimizi sanarak üstelik…
Hayalimdeki Barbie filmi bu değildi hiç şüphesiz. Gerwig’ün kendinden bu denli feragat edeceğine ihtimal vermemiştim. Bununla birlikte fragmanlarda görmediğimiz, filmin pazarlama sürecinde açık edilmeyen birkaç sahnesi daha olur diye umut ediyordum. Ama ne yazık ki Pride and Prejudice şakası ve Issa Rae’in sansürlenen küfürü haricinde de hazırlıksız yakalayamadı beni hiç. Ken haricinde işlemeyen mizahı, klişe olmasını beklediğimiz macerasını süslerken seçtiği araçların da savunulacak pek bir tarafı yok. Yine de eklemeden geçemeyeceğim; çok eğlenceli bir set yaşadıkları hissi her şeye rağmen perdeden bize ulaşıyor. Margot Robbie’nin bu kadar düz bir karakteri ilgi çekici kılabilmesi, Ryan Gosling’in komedi zamanlaması kusursuz performansı da cabası. Oscar çanları çalarsa Gosling için, hiç şikayet etmeyeceğim.
Kadir
20 Temmuz 2023 at 17:26
Film Oscar adaylığı alabilir mi peki ?