Eleştiri

El Conde

Yayınlandı

on

Yönetmen: Pablo Larraín | Oyuncular: Jaime Vadell, Gloria Münchmeyer, Alfredo Castro, Paula Luchsinger, Catalina Guerra, Marcial Tagle, Amparo Noguera, Diego Muñoz, Antonia Zegers, Stella Gonet, Clemente Rodriguez | Senaryo: Pablo Larraín, Guillermo Calderón | Şili | 110′ | Komedi, Fantastik, Korku

Şilili yönetmen Pablo Larraín, kariyerine kendi ülkesinde çektiği filmlerle başlamış ve 27 sene boyunca dikta rejimi ile doğduğu coğrafyanın genetiğini bozan Augusto Pinochet’nin gölgesini hep hissettirmişti işlerinde. İnsan hakları ihlali denildiğinde ilk akla gelen hırsız ve darbeci Pinochet, Tony Manero’dan Oscar adayı olan No’ya, Larraín sinemasının bir parçası olarak hep tesir etti anlatılarına. Derken son dönemde, uluslararası alanda elde ettiği başarıların da sarhoşluğuyla birlikte, batılı ve ikonik figürler hâline gelmiş kadınların korku türüne öykünen biyografilerini izlemeye başladık Larraín’den. Eşini milyonların gözü önünde kaybeden Jackie Kennedy ve Windsor Kalesi’nin tutsağı Prenses Diana’nın zihninde gezindi. Tarihin tozlu sayfalarını aşındırdığı bu iki filmi de yeni ve oyuncaklı bir fikir hediye etti bana kalırsa Larraín’e. Görünürde gerçeklerden sapmayan ama yeri geldiğinde reelden de bir o kadar uzak, kontrastı sert bir üretimin kapıları aralandı belli ki. Netflix bünyesinde seyirciyle buluşan, Venedik’ten de En İyi Senaryo ödülüyle dönen El Conde için ilk filmlerini ruhen, son filmlerini de biçimsel olarak andıran bir iş demekte sakınca görmüyorum bu sebeple. Şili’nin dünü ve bugününü derinden yaralayan Pinochet’yi, sırf halkı daha çok sömürebilmek için ölümü konusunda yalan söyleyen bir vampir olarak imgeliyor. Stoker’ın Dracula’sından miras bir efsaneyi mezarında bile kara bulut etkisi yaratan diktatöre uyarladığı, mizahi yönü ağır basan bir hicivle karşımızda bu defa.

Larraín’in Fransız Devrimi’nden hemen sonra gözlerini dünyaya açmış, vampir olmasından sebep uzun soluklu bir motivasyon ararken devrim karşıtlığına soyunan Pinochet’si yaşlılık döneminde çıkıyor karşımıza El Conde’de. Bozguna uğrattığı halkları birer birer sindirip Şili’deki iktidar günleriyle kendini bile şaşırtacak kötülüklere imza atıyor. Fakat herkes ona sırtını dönünce hakkı olmadan yaşadığı küskünlüğünde artık yüzyıllardır süren vampir ömrünü bir nihayete erdirme kararı alıyor. Evlatlarından hizmetlisine, dava arkadaşlarından ruhuna göz koymuş üçüncü kişilere, kimse kamerayla göz göze gelmese de mockumentary hissiyatı yaratan El Conde, biçimsel olarak da Larraín filmografisinde bambaşka bir yere oturuyor. Stile ehemmiyet veren, gotik tarzda bir yapım izletiyor bize. Katı ve gösterişli görsel tercihleri, dünya görüşüne dair soru işaretleri yaratan, altı bir türlü dolmayan siyasi hicvini kamufle edebiliyor mu peki? Hayır.

Pinochet’nin esas karakter olduğu bir filmde ondan daha kötü birileri olduğuna, suçun etrafındakilerle paylaştırılabileceğine ikna etmeye çabalıyor sanki bizi yönetmen. Günahlarında ortakları bol olsa da, saçtığı zehri tarih kitaplarına kanlı harflerle yazılmış diktatör, güldürüyle hafiflemiş, amaçsızlaşmış ve bağlamından kopmuş bir imaja bürünüyor sanki. Siyah beyaz manzaraların üzerinde peleriniyle uçuşan bir caniyi değil, büyük bir çoğunluğu kadınlardan oluşan çevresini düşünerek bileyliyoruz dişlerimizi. Jackie ve Spencer’ı izlerken hasıl olan bir düşüncenin devamını getiriyor ister istemez. İçselleştirdiği mizojinist perspektif, buraya da sıçrıyor. Gözümüzü boyamak için ısrarlı bir tavır tutunuyor, hikâyesini gideceği bir yer olmamasına rağmen uzattıkça uzatıyor, ama aslında Netflix için üretilmiş sözde “arthouse” ve içi boş bir paketi koyuyor önümüze. Filmografisine yakışmayan, Pinochet’nin  öldürüp naaşını bile yok ettiği halkları kırıp dökerek hem de. Şilililer için değil batının eleştirmenlerine oyuncak olsun diye bir film çektiğini çok belli ediyor Larraín. Tabir-i caizse affı olmayan bir ihanete imza atıyor.

1 Comment

  1. Pingback: 96. Akademi Ödülleri – Son Aday Tahminleri: Part II - Oscar Boy

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version