Eleştiri
Dolunay Katilleri – Killers of the Flower Moon
Kocaman setlerini, göz boyamayan ama emekle yaratıldığı belli kostümlerini büyük bir ölçekte görüntülemeye özenmiş kamerasıyla alışık olmadığımız bir maceraya çıkıyor denemez Scorsese için. Ana akım sinema seyircisine koltuğunda rahatsız hissettirmeyi amaç bellese de kural bozuculuğunu parçalar hâlinde kullanan usta, başından sonu belli bir düzeneği izletiyor bu defa bizlere. Her karakter, sahneye girdiği anda bütün kartlarını açıyor. Daha görünmeden sesiyle kaybettiği yurttaşlarına nefes olan Mollie’nin gerçeği bulma konusundaki inadını, Ernest’ın dilinden düşürmediği para için ruhunu bile satabileceğini tanıştığımız anda anlıyoruz. De Niro’nun canlandırdığı “Kral” amca da kapalı kapılar ardında hain planlarını yapıyor olsa dahi, vücut diliyle açık ediyor o pervasız tamahkârlığını. Bu sebepten pek bir sürpriz bırakmıyor Scorsese bize. Kitabı okumasak da, yazgılarını ezber etmesek de kaçınılmaz finale giderken karşılaşacaklarımızı az çok kestirebiliyoruz.
Dolunay Katilleri, bir Scorsese filmi olduğunu belli etmek için sayfalarını karıştırdığı kitapta kaybolmamıza izin veriyor öncelikle. İnsana has o göz karartan doyumsuzluk yine kanlı canlı bir karakter öyküsünde. Fakat midesini deştiği, kafa derisini yüzdüğü, küle çevirdiği bedenlerle dolu Amerikan tarihinden pek hoşnut değil bu defa. Bastığı topraklardaki huzursuzluğu ele alırken tüm o alengire, toplumun değil bireyin kaanatine bırakılmış suçların cezalarına, şiddetin toksik erkek kırılganlığındaki yansımasına duyduğu hevesin yerini bariz bir suçluluk duygusu almış. Buna rağmen yine de mikrofonu ölenlere uzatmıyor oluşunun bir bahanesi yok elbette. Sadece yer aldığı çağa her daim yön vermiş usta yönetmenlerin de çevrelendikleri politik ve sosyal iklimden bu denli esinlenmesine şahitlik etmenin, bunun tezahürünü görmenin büyüleyici bir tarafı var. Killers of the Flower Moon bana kalırsa biraz da yazılmamış tarihin yutkunması güç acıtıcılığı ve sinema tarihine dair özverili bir adımı buluşturduğu için böylesine dev bir geri dönüş alıyor.
Çağımızın en önemli, Amerika’nın da yaşayan tartışmasız en iyi sinemacısı Martin Scorsese. 81. yaşına adım adım yaklaşan usta eskisi kadar genç ve dinç olmadığının da farkında, hatta bunu dile de getiriyor. Filmin bu anlamda muhatabıyla kurduğu bağın öykünün önüne geçmemiş olması mühim bir detay aslında. Bir veda mektubu yazmaya koyulmamış olsa da, içerisinde en fazla bir film daha kaldığını her fırsatta söyleyen Oscar ödüllü yönetmenin kimliğinden ve anlı şanlı filmografisinden bağımsız ele alınamayacak bir üretim Dolunay Katilleri. Her şeyi ayrıntısıyla göstermek ya da siyah ekran üzerinden okutmak yerine, tarihini anca eğlencelere konu olduğunda dikkatle dinleyen coğrafyasının bilinciyle sahneye çıkıyor hatta. Öyle dokunaklı, tarifi imkânsız bir bağ kuruyor ve Osage halkına yönelik katliamın mağdurlarından kendince öyle bir özür diliyor ki mikrofon başındayken, sabitlerine sıkı sıkıya bağlı filminin günahlarını da affediyoruz bu sayede. Scorsese’nin kim olduğunu unuttuysak da o an hatırlıyoruz. Kurduğu birkaç cümle sırasında boğazı düğümlenen, gözleri yaşlanan ustayla geçmişi silinmiş her kalabalığın ahı duyuluyor sanki perdeden.
Dolunay Katilleri, yılın sinema olaylarından biri olarak sayılabilecek, bir Scorsese filmini perdede izleme şerefine nail olmanıza önayak olan bir destan özetle. Certain Women’la ne kadar yetenekli bir oyuncu olduğunun sinyallerini veren Lily Gladstone’un esi bol ve ekonomik performansı, Leonardo DiCaprio’nun leziz ve alık mevcudiyeti, De Niro’nun mesai harcadığı belli nefis ve detaylı oyunu da kötülüğün banalliğine getirdiği tanımı zenginleştirmiş adeta. Üç lokomotif oyunculuk şovunun üzerine Scorsese’nin filmini ithaf ettiği kadim dostu Robbie Robertson’ın müzikleri de eklenince, Hollywood usulü dört başı mamur bir epik olarak anılmasının hakkı verilmiş. Perspektifteki eşitsizlik, Brendan Fraser’ın sihir ve sinir bozan yükselişi de olmasa Scorsese filmografisinin zirvesine daha da yaklaşabilirmiş Killers of the Flower Moon.
Pingback: 96. Akademi Ödülleri – Son Aday Tahminleri: Part I - Oscar Boy