Eleştiri

Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki – Dune: Part Two

Yayınlandı

on

Yönetmen: Denis Villeneuve | Oyuncular: Timothée Chalamet, Zendaya, Rebecca Ferguson, Josh Brolin, Austin Butler, Florence Pugh, Dave Bautista, Christopher Walken, Léa Seydoux, Souheila Yacoub, Stellan Skarsgård, Charlotte Rampling, Javier Bardem, Anya Taylor-Joy | Senaryo: Denis Villeneuve, Jon Spaihts (uyarlama), Frank Herbert (roman) | ABD, Kanada | 166′ | Aksiyon, Dram, Macera

İlki pandemiye denk gelince bir sonraki seneye ertelenen, henüz izlediğimiz ikinci parçası da Oyuncular Birliği ve Senaristler Birliği’nin toplu greviyle rötar yiyerek 2024’te görücüye çıkan Dune, Denis Villeneuve önderliğinde Frank Herbert’ın 1965 tarihli ikonik romanını hayranları için ete kemiğe büründürmeye devam ediyor. Kurmaca evreninde Orta Doğu’yu kumla ve çölle raks etmeyi refleks hâline getirmiş Arrakis halklarına, petrolü baharata, toplumsal etkisi büyük inançların doğuşunu da “seçilmiş kişi” mitine yediren Dune, öncülleri Star Wars ve Lord of the Rings’in izinden giderek, bir filmden ziyade sinema olayı yaratma ve seyirciyi salona çekme misyonunda ısrarcı yine. Denis Villeneuve de kabul edelim ya da etmeyelim, yavaş adımlarla inşa ettiğinin kariyerinde ana akım sinemanın gişesi banko, imza film yönetmenlerinden birine dönüştü kısa bir zaman zarfında. Saraydan düşüp direnişe dahil olan, kurtarıcılığı meçhul ana kahramanının bu noktaya nasıl geldiği, etrafındaki insan sürüsüyle ikili ilişkilerindeki motivasyonları ve bununla birlikte “mesih” atamasına verdiği tepkiyle ilgilenmemesi, hatta bunları ölçüsüz bırakması da tam olarak bu sebepten. Villeneuve, iki numaralı Dune epiğinde de büyülü, mistik, hatta çoğu zaman oryantalist bir gizemin arkasına saklanarak yalnızca biçime önem vereceğini hatırlatıp yapıyor açılışını. Dolayısıyla girizgahında tavladığı izleyicisinden daha ötesine geçmek için bir hamleye girişmiyor, aksiyon dozunun yükselmesiyle kendine manevra yapacak bir küçük alan daha yaratıyor sadece.

Dune serisinin alamet-i farikası tarihsel gerçekliğe yakınlığı elbette. Dünyayı kaynaklar ve kültürlere bağlı olarak ikiye bölen bir doğu – batı hikâyesi zaten özünde. Gözünün ferini hırsıyla alevlendiren işgalcisi de, zengini daha da zenginleştiren düzene çomak sokmaya ant içmiş “eşkiyası” da bir hayli tanıdık. Göz boyayan konseptlerin ve geliştirilmemiş fikirlerin ustası Denis Villeneuve için de roman formatında boşlukları doldurmasına gerek kalmayacak kadar, Bene Gesserit’inden Lisan Al Gaib’ine malzeme epey bol esasında. Ancak işitsel ve görsel bir şölen yaratma konusundaki obsesyonu burada da yolunu tıkamış besbelli. İlk filmde nasıl ki meseleye girmek için saatlerce bizi oradan oraya dolandırdıysa, bu defa da popülasyonun arttığı evreninde herhangi bir karakteri anlamamız için çaba sarf etmiyor. Kasıtlı bir sakınma hâli de değil bu üstelik. Bilimkurgu türünde çoğu zaman iknaya ihtiyaç duymamamıza rağmen, esas oğlanımız Paul Atreides dahil kimsenin zihnini açmak, kafasının içindekileri göstermekle ilgilenmiyor Villeneuve. Elimizde kanlı canlı bir board game‘in harika fotoğraflarla zenginleştirilmiş, becerilerinin küçük grafiklerle açıklandığı karakter kartları var gibi yalnızca.

Javier Bardem’in sırtını tamamen komediye dayadığı karakterin liderliğinde, Fremenler’in kanatları altına girip kurtularak tamamlamıştı ilk filmi Paul Atreides. Bu filmdeyse dillere pelesenk olmuş bir kehanetin gerçekleştiricisi, dünya dışı bir gücün de etkisiyle seçilmiş “kurtarıcı” pozisyonuna itiliyor. Vicdanlarından başka hiçbir şeye hesap vermelerine gerek olmadığı öğretilememiş bütün toplumların bir benzeri olması sebebiyle herhangi bir dinin doğuşuna işaret etmesini beklesek de Dune buralara da pek girmiyor. Muğlak kötü karakterinin ne kadar karizmatik olduğuna dair endişesi daha büyük mesela. Zendaya ile Timothée Chalamet’nin asla uyuşmayan kimyalarını, aralarında söylenmeyene bağlı kalan o plastik aşkı da kenara itiyor Villeneuve. Çünkü bunun yerine infrared bir gladyatör sekansına odaklı. Bütün kusurları çeperinde, ölçeği büyük bir sinema şöleni olarak kodlamak seyircisinin yararına. Evrenine ait felsefesini ya da gerçek dünyaya olan benzerliğini bir silah olarak kullanmayacağını iyice kesinleştiriyor bu filmde.

Peki ters giden, daha doğrusu beklediğimiz hiçbir şey olmamaya ant içmiş, salon deneyimi keyifli bu filmi neresinden tutmalı? Kullandığı somut hikâye araçlarının nimetlerinden pek yararlanmasına izin vermiyordu ağırkanlı girişi. Dune: Part Two için durum çok farklı. Duyulara hitap eden her teknik avantajı aradığımız destansı olayla eşleşiyor. Paul kralı dize getiriyor, Austin Butler’ın keyifle canlandırdığı Feyd’i deviriyor, kum solucanlarının tepesinde çölleri aşıyor. Toplu film izleme deneyiminin tadına varmak için usulca ayağına çağırıyor ve görevini yerine getiriyor kısacası. Kanaatimce Dune’u artık olduğundan daha büyük bir şeymiş gibi kabul etmekten de vazgeçmeye ihtiyacımız var. Meseleli bir serinin meselesiz sinema karşılığı işte. Yoksa esmer tenli Fremenler’i neredeyse tamamı beyaz bir kadroya oynatmasını neden tartışmıyoruz sorusundan başlarız, bütün dünyanın peşinden gittiği iki genç yıldızının kariyerlerinin en kötü performanslarını çıkarmasına kadar durmaksızın konuşuruz.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version