Dizi Eleştirisi

The Bear (3. Sezon): Parantezsiz Koşturmaca

Yayınlandı

on

Yaratıcı: Christopher Storer | Oyuncular: Jeremy Allen White, Ebon Moss-Bachrach, Ayo Edebiri, Lionel Boyce, Liza Colón-Zayas, Abby Elliott, Matty Matheson, Oliver Platt, Jon Bernthal, Edwin Lee Gibson, Corey Hendrix, Joel McHale, Molly Gordon, Jamie Lee Curtis, Sarah Ramos, Will Poulter, Olivia Colman | 27~43′ | FX & Hulu

Bo Burnham ve Ramy Youssef’in televizyonda yayınlanmış stand-up şovları için yönetmenlik yapan ve yapımcı kimliğiyle bilinen Christopher Storer’ın ellerinden çıkma The Bear. Storer, Chicago’nun ünlü sandviç dükkanlarından Mr. Beef’in sahibinin oğlu Chris Zucchero ile tanıştıktan sonra hayatı değişmiş. Tamamen buradan hareketle bir dizi senaryosu yazıp FX’den onayı alıyor ve malumunuz, üç yazdır bize mutfağın kaosuna demir atmış, seksenlerden günümüze geniş bir alternatif müzik repertuvarı bulunan, çağdaş mutfak kültürüyle ilgili fikir sahibi, her üyesi birbirinden yetenekli bir kastla başarıdan başarıya koşan bir dizi izletiyor. İntihar etmiş ağabeyinin dükkanını işletmek ve burayı dönüştürerek anısını yaşatmaya ant içmiş Carmy’nin eve dönme hikâyesi özünde. Ertelediği ve bastırdığı matemini başka biçimlerde yaşarken iş hayatının onu dönüştürdüğü insan olmama mücadelesinden vazgeçmeyen bir şef kendisi. Yenilediği mutfağında da kendi çektiği acının bir benzerini mesai arkadaşlarına yaşatmama misyonuyla çıkıyor yola. Ancak bir lastik firmasının dağıttığı yıldızların gölgesinde yaşayan sektörde onun da en iyi olmak uğruna feda ettikleri günden güne, hatta tam anlamıyla sezondan sezona artıyor.

Emmy ve türlü ödüllerin janr kategorizasyonu sebebiyle sırf yarım saat olduğu için “komedi” kabulü gören The Bear’ın geçtiği şehir Chicago’ya özel geveze herifler mizahını modern stereotiplerle yerine getirdiği söylenebilir. Ancak materyali komedi diye geçiştirilemeyecek kadar ağır. Önce Carmy, kız kardeşi Natalie, The Bear’ın şahsına münhasır delisi Richie ve bütün aile fertlerinin boğazında bu ani ölümle tam anlamıyla barışamamanın getirdiği bir yumru vardı en başından beri. Bu insanlarla aynı tezgahta elini yakıp parmağını kesen herkes de doğal olarak adı konmamış o matemli havanın tesirinde getiriyordu aslında görevlerini yerine. Konuşulmayan ekstra faktörüydü o mutfağın. Kapısı bozuk buzluk, sürekli düşen floresan, arıza yapmaktan vazgeçmeyen havalandırması gibi bir parçasıydı oranın. Profesyonel bir mutfağı daha iyi bir noktaya taşımak kadar, Michael’ın ölümünü her gün sıfırdan başlayan maratonlarında ikincilleştirmek de görev tanımlarının bir parçasıydı sanki.

Tekrara düşmenin dizilerden alıp götürdüklerine aşinalıktan mı yoksa ikinci sezonda travmaları starlarla dolu bir bölümde tüme vardırma akıllılığından mı bilinmez, 27 Haziran’da yayınlanan üçüncü sezonda intiharı formülünden çıkarma gayretine girişiyor The Bear. İlk sezonda ucu sermayeye çıkan amaçlı yolculuk, ikinci sezonda manevi altyapıyı oluşturmaya odaklı dinginlik, bu sezonda yerini parantezsiz bir koşturmacaya bırakmış. Michelin yıldızını yegâne hedefi hâline getiren Carmy’nin bütün derdini tasasını, yarım saatlik uzun bir kolajdan oluşan ilk bölümde geride bırakıyoruz. Binge usulü izleme deneyiminin bir parçası olmasını avantaj olarak kullanıp, Storer ve ekibi bir geçiş hazırlamış bizlere. Bundan sonra izleyeceğiniz 9 bölümde huzurumuzu bozanlar yok olmayacak ama gözünüzün önünde de olmayacak diyorlar sanki. Bu bir hayli stratejik tercihin normal şartlar altında dizinin zaten yüksek olan temposunu daha da açması, sezona düşen gelişme sayısını artırması beklenir ama çıkmazlara bağımlı The Bear tek bir yere demir atıp tıkanıyor garip bir şekilde.

Chicago Tribune’un habersiz ziyaretinin ardından çıkacak olan eleştiriyi üçüncü sezonundaki hikâyenin temel aracına dönüştürürken Sydney için yeni hayatıyla ilgili olarak karar alacak kadar alan yaratmaya yanaşmamış Storer. Richie de eski eski eşinin düğününe gidip gitmeme ikileminden başka bir şeye kafa yormuyor sezon boyunca. Küfür kıyamet mutfak kargaşasında nikotin sakızını kemirirken daha da stresli birine dönüşen Carmy’nin zihninin içine de pek uğramıyoruz. Uğradığımızda da hiçbirimizin umursamadığı Claire Bear’dan özür dilemesi gerektiğini kendine hatırlatıp bir öz-ceza sarmalında eziyetle kendini terbiye eden şefimizi aynı perişanlıkta izleyebiliyoruz anca. Ayo Edebiri’nin yönettiği Tina’ya ayrılan bölüm ve Jamie Lee Curtis’in Emmylik oyun çıkardığı hastane bölümü haricinde tekerrüre abanıp duruyor The Bear. Büyük dizilerin geçiş sezonları olur ya, işte The Bear’ın üçüncü sezonu da bu görevi üstlenmiş gibi sanki. Ya daha büyük bir kaosa, belki muhtemel finale ya da Carmy’nin sonuna hazırlıyorlar bizi.

Ara bölgede karakterlerine zaman kazandıran üçüncü sezonda Storer yine kalemine ve kamerasına ilham olan sanatçılara, doğup büyüdüğü Chicago’ya ehemmiyet gösterip yer ayırmaktan eksik kalmamış neyse ki. Dizinin diğer bağlayıcı unsurlarındaki geçiştirme hâli, dilinde bir karşılık bulmuyor. Aksine, daha az gösterişle daha olgun bir dil yaratıyor kendisine. Ama esiri olduğu şeyin sırrını çabucak çözmeye ihtiyacı var. Baskı altında devleşen karakterleri gibi Storer’in de elinin hafiflemesiyle gemisini ne yöne çekeceğini öğrenmek için 2025 yazını beklemekten başka bir çaremiz yok bu saatten sonra. Alıştığımız dünyasının hatırına dönen çarklar Jeremy Allen White, Ayo Edebiri ve Ebon Moss-Bachrach’ın yanı sıra dizi başladığından beri en iyi oyununu ortaya koyan Abby Elliott’a da ödül getirecektir önümüzdeki dönemde. Hatta tam Emmy oylama döneminde yeni sezonun yayınlanmış olmasının etkisini de hissedebiliriz.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version