Eleştiri
Janet Planet: Hafızalarımızdaki Yaz
Film, Lacy’nin yatılı yaz kampından kurtulmak için annesine yalvarması ve kendini öldürmekle tehdit etmesiyle açılıyor. Küçük özgürlükleriyle mutlu olduğunu anladığımız Janet, istemeyerek de olsa yazını Lacy’yle paylaşmaya razı oluyor. Annie Baker, ebeveyn-çocuk ilişkisindeki talep ve bu talebi karşılayan tarafların karşılıklı bıkkınlığına odaklanmakta. Hikâye, tek başına karar alamayacak kadar küçük bir çocuğun yönettiği bir yetişkin hayatını değil, asgari müşterekte buluşmaya çabalayan bir anne ve buna uymak zorunda olan bir kız çocuğunu anlatıyor. Janet, Lacy’nin iyiliğini gözetiyor. Lacy ise kelimelere dökemese de annesi için kendince neyin ters olduğunu, kimin ona kötü hissettirdiğini fark ediyor ve eylemleriyle dile getiriyor.
Annie Baker, açık havada duyduğumuz, yaza has her sesin aşinalığı içerisinde, karşı kültürün içine büyüyen bir kız çocuğuna odaklanıyor kendinden hareketle. Janet’ın arkadaşı Regina rolünde sihirli bir performans sergileyen Sophie Okonedo, genelin dayattığı normlardan kaçan kalabalığın en büyük temsilcisi. Janet, bütünüyle teslim olamasa da bu dünyanın bir parçası olmaktan ve gelenekselin dışında bir yerlerde nefes almaktan keyif alıyor. Ancak bildiği bütün ilkeleri, kavradığı evreni kenarda bırakıp yeni ufuklara yelken açan Lacy için durum biraz farklı. Bilinmeyene teslim olma arifesinde çocukluğa dair bir inatçılık, yalnızca konfor alanında kalma arzusu, onu daha da kırılgan hâle getiriyor ve bu durum Janet’ın hayatını zorlaştırıyor.
Alışılmışın dışındaki bir büyüme hikâyesini en ön sıradan, seyirciye fazla taviz vermeden anlatıyor Janet Planet. Filmin büyüsü, üslubunda yatıyor. Lacy’i bildiği her şeyden uzaklaştıran bir takım insanlar, hobiler ve ritüellere duyduğu öfke, filmli fotoğraf makinesiyle çekilmiş karelerle gözler önüne seriliyor. Gün ağarana kadar küçücük camından, aralanmış kapısından, annesinin odasına ansızın yaptığı baskınlardan karanlıkta öğreniyor ne öğrenirse Lacy. Hafızamızda yer etmiş anıları çıkarıp kendi çocukluğumuzun bölük pörçük hatıralarını da dürtüp uyandırıyor böylece film. Lacy’nin soru işaretleriyle dolu, merak dolu gözleri, bizim gözlerimiz oluyor.
Annie Baker’ın oyun yazarlığından gelen bir kalem olmasının etkisi de fazlasıyla hissediliyor. Satır aralarına sükuneti de yerleştirme fırsatı bulmuş üstelik. İlmek ilmek işlediği üç parçalık bir anlatı sunuyor Baker: Lacy direniyor. Lacy başkaldırıyor. Lacy teslim olmuyor ama değişme fikrine alışıyor ve en önemlisi, annesinin yalnızca Lacy’den ibaret olmayan, anneliğinin ötesinde de bir kimlik taşıyabileceğine ikna oluyor. Eric Rohmer ve Chantal Akerman hayranlığını sıkça dile getiren Baker, ustalarının izinde, algısal bir film yaratmaya özen göstererek bizi Lacy’nin annesiyle değil, esas Janet’la tanıştırıyor. Tüm öfkesinin arkasında yalnızca büyüme açlığı olan Lacy’nin gözlerinden elbette…