Eleştiri
Love Lies Bleeding: Steroidli Amerikan Masalı
Kılıklarından Clint Mansell’in spor eşlikçisi bası yüksek müziklerine, siyaha al çalan sinematografisinden baz aldığı anlatıcılar ve onların sinema dillerine, seksenlerin dönem atmosferini kucaklayan bir film denilebilir Love Lies Bleeding için. Arka fonda televizyonlar Berlin Duvarı’nın yıkılışını gösterirken zamanın bu öykü için ehemmiyet taşıdığının hep altını çiziyor Rose Glass. Bazı şeylerin yapanın yanına kâr kaldığı bir geçmişte, kendi klanını bulabilecek kaynakları sınırlı iki kadın var ne de olsa mevzubahis aşkın merkezinde. Steroid temin ederek hayallerine destek verdiği Jackie, Lou’nun da bu hayattan kurtulması için bir kapı açıyor. Ama filmin derdi tam olarak bu mu, emin değilim. Erkeklere ait bir dünyaya kafa tutuyor her şeyden önce Rose Glass. Antrenman ertesi duşun altında tamamlanan hızlı seksler ve erkek şiddeti karşısında sadece baş kaldırmak değil fiziken de büyüyerek verilen reaksiyonlarla da mekânı sahipleniyor Glass. Çürümüş dişlilerden akıttığı bağırsaklar, ya erilliğe ya da bu düzene göz yumanlara ait.
Love Lies Bleeding, her şeyden evvel öfkeli bir melodram bana kalırsa. Küçük denizin büyük balıklarını deşip kılçık kılçık ayıklarken de sevgiden sebep bir sıradışılığın bahsini etmek komik geliyor bana. Sevgi değil dayanışma, kadere değil kaderlerindeki engellere açılmış bir savaş bu film daha çok. Bir body horror örneği olarak yine, vücut geliştirme gibi en klişe alanlardan birine başvurması can sıksa da bu küçük Amerikan kasabasında yoktan cehennemi var ederek arayı kapatıyor Rose Glass. Sürprizli finali de arzunun baş döndürücülüğüne intikam ateşinin ilave olduğu yolculuğu daha da kıymetlendiriyor.
Kristen Stewart’ı üzerine cuk oturan karakterlerde izlemek her zaman keyifli ve Lou da istisnai iyi performanslarından birini vermesini sağlamış. Fakat esas yıldızın, kökü dövüş sanatlarına dayanan genç aktris Katy O’Brian olduğunu söylememe gerek yoktur sanıyorum ki. Bedenin birincil araç olduğu bir senaryoda (Rose Glass ve Weronika Tofilska birlikte yazmış.), O’Brian büyük bir kısmı fiziksel oyunuyla avcunun içine alıyor seyirciyi. Filmin sona doğru bir kalemde unutup sildiği karakter motivasyonlarına itiraz etmek de mümkün tabii. Ama tahmin edilemezliğiyle kefaretini veriyor; izlediğimiz her şeye hem benzeyerek hem de hiç andırmayarak, steroidi basıp kaçıyor.
erhan
10 Eylül 2024 at 10:27
bu filmi çok merak ediyorum kristen stewart hayranı olarak konuyu okudum ilginç sahneleri var fragmanı izledim ilgimi çekti fazlaca