Eleştiri
Cambaz – Longlegs: Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Longlegs‘in en güçlü yanı, hiç kuşkusuz ki görsel ve işitsel anlamda tedirgin edici bir atmosfere sahip olması. Film her ne kadar doksanlı yıllarda geçse de Osgood Perkins yetmişlerden kalma bir sinema üretim ahlakına bağlı kalarak filmin alt türler arası potpurisine biçimsel olarak da katkıda bulunuyor. Tüm bunların üzerine ilave ettiği simetri takıntısıyla birlikte steril ve bu sterillikten sebep tekinsiz bir evren inşa etmeyi başarmış. Kötülüğün kaynağını da daima göz önünde tutuyor üstelik. Seri katil ya da klasik korku filmleri gibi bilinmeze sırtını dayayan bir kolaycılığa kaçmıyor. Longlegs’le erkenden tanışıyoruz. Beyni yıkanan yeni mağdurların yaptığı kalabalıkta da esas azmettirici şeytanı belli belirsiz yediriyor ayrıntılara. Her sahnenin bir köşesine ipuçlarını kondurarak süslüyor filmini.
Longlegs‘in alegorisi her türlü inanca uygulanabilecek kadar açık ve net. Daha çocuk yaşta varlığını sorgulamadan boyun eğmemizin istendiği kavramları alıp, ayaklarımızın yere bastığı yetişkinliğimizde bütün boşluklarıyla seriyor önümüze. Kötülüğün banalliği de nasibini alıyor üstelik bundan. En masum gözüken motivasyonların ya da şahısların ardına gizlenmiş saf karanlığın nasıl bir yanıltmaca olduğunun altını çiziyor. Longlegs sırf nereye çekse gidebilecek kadar masum bir insan olduğundan sözde şeytan tarafından seçilmiş olsa ne fark eder dedirtirken de hep dini safsataların temelsizliğine dikkat çekiyor Perkins. Çocuklarının büyümesine onlara balondan bir dünya yaratarak ve gerçeklerle izin verdikleri kadar tanıştırarak izin vermeyen buradaki banliyö ailesi motifi de dinle alakalı tüm söylemleriyle paralel.
Karakterlerin etrafına katman katman örülen huzursuzluğun tüm bu hikâyeyi derinleştirmeye yettiğini söylemek ise ne yazık ki çok güç. Perkins’in kurmak istediği cümleler, üzerine yığdığı karanlığa rağmen çok anlaşılabilir aslında. Ancak finale doğru seyirciye fazlasıyla rehberlik etme kaygısı baskın geliyor. Üç parçaya bölünen filmin soruşturmayla sona eren ikinci kısmından sonrasını tamamen kurgu masasında bıraksanız dahi anlam bütünlüğünün yitmeyeceği bir netlik var aslında. Seyirciye açılan kapıların sayısı asla değişmiyor. Bu bocalamayla birlikte Perkins’in çalışma stili de açığa çıkıyor tabii. Sağduyulu Harker’ın en delimize pabucunu ters giydirecek annesinden Longlegs’in elinden kurtulabilmiş yegâne kurbanı, Kiernan Shipka tarafından canlandırılan eski çocuk yıldıza kadar eklediği her detayın anlatıyı zenginleştirmekten ziyade oksijenimizi azaltmak için kullanıldığını daha iyi anlıyoruz. Nicolas Cage’in prostetikler altında tüyler ürperten kahkahasıyla yıldızlaştığı film, masa başı yüzleşmesinden sonra da yeni bir zirve bulamıyor zaten kendine.
Sosyal medyanın pek ilgi gösterdiği ve “tüm zamanların en korkunç filmi” etiketine haksızca ulaşan Longlegs’e bilet almak isteyenler için yine de unutulmaz bir seyirlik olacağı kesin. Nicolas Cage’in ikonik kötüsü, cehennem ortak satanik seri katili kolay unutulacak gibi değil. Keşke bu ortaklığın sahnelendiği noktada da bitirebilmeyi başarabilseymiş filmini yönetmen. O sorgu odasından çıktığımızda da doğru sandığımız yanlışları kutsayanları lanetleyebilirdik ne de olsa. Bilal’e anlatır gibi verilen bir derse, söylediği her cümlenin üstünden geçen bir finale hiç mi hiç ihtiyacımız yoktu.