Eleştiri
A Different Man: Bizim Büyük Yetersizliğimiz
A Different Man, dış görünüşünü hayatında ters giden her şeyin sebebi olarak gören bir adamın hikâyesi görünürde. Filmin yönetmeni ve senaristi Aaron Schimberg, beyazperdede daha önce sayısız ıssız adam hikâyesine tanıklık etmiş izleyiciye, bu kez yeni bir perspektif sunuyor ama. Sinema dilini zorlayan ve klişeleri cesurca yıkan bir yaklaşım benimseyen Schimberg, tüm bu göz alıcı numaraların ardında, izleyiciyi toplumsal kalıpları ve güzellik algılarını sorgulamaya iten evrensel bir katman yaratıyor. Filmin atmosferi, New York’u olduğundan daha kasvetli ve yetmişli yıllarda takılıp kalmış bozuk bir plak gibi resmederek Charlie Kaufman’ı anımsatmakta. Bu benzetme, A Different Man‘in ruhunu açıklamak için yeterli. Tıpkı Kaufman’ın eserlerinde olduğu gibi, Schimberg de kurtuluşu maddi dünyada arayan insan evladını zayıf karnından yakalıyor. Edward’ın tümörlerinden kurtulmaya yüklediği “çözüm” beklentisinin ertesi salt hayal kırıklığından ibaret. Çünkü aradığı aydınlık gelmediği gibi, karakteri kendi iç çatışmaları ve derin yetersizlik duygusuyla yüzleştiriyor ardından vuku bulanlar. Böylece Edward’ı, fiziksel görünümünden çok daha derin bir acıyı tadarken izliyoruz.
Bu filmi sürprizleri bozmadan anlatmak gerçekten zor, yazıyı hazırlarken bunu fark ettim. Schimberg’in oyunbaz denebilecek filmine şok etkisi yaratacak yamalı hikâyeler monte ettiği sanılmasın. Tam aksine, varoluşsal meseleleri irdelediği kara komedisinde, tahmin edilmesi zor ama yine de olağan kabul edilebilecek yolları seçiyor. Umberto Smerilli’nin kusursuza yakın besteleriyle daha da zenginleşen yapım, izleyicisinin zihninde demlendikçe güzelleşiyor. Oswald karakterinin ukalalığına müthiş bir şekilde can veren Adam Pearson’la daha önce de çalışmış olan Schimberg, onun varlığından aldığı güçle fark ettirmeden zor sorular sormaya cesaret ediyor. A Different Man, Edward’ın zihninde dolaştığımız anlarda seyircisine, güzellik ve erdem arasındaki basmakalıp kabulleri sorgulatıyor. Dahası, bu tip hastalıklara sahip insanların hikâyeleri anlatılırken, hangi noktada bu anlatıların sömürüye dönüştüğünü incelikle irdeleyen bir pencere açıyor.
Peki Edward’ı gerçekten anlayabilmek mümkün mü? Ya da, kurmaca bir karakteri geçelim, Adam Pearson’ı? Film, öznenin kamera arkasına geçtiği durumlarla ilgili net bir fikir beyan etmese de, bunu bir kenara koyarak sormak gerek: Aynı şeyi yaşamadan, bilmeden kurduğumuz hangi cümle “doğru” kabul edilebilir? Bu değerlendirme A Different Man için de geçerli. Muhtemelen filmi bir festivalde, biletine ödediği paranın karşılığını performatif kahkahalarla almaya çalışan bir salon dolusu insanla birlikte izleseydim, deneyimim çok farklı olurdu diye düşünüyorum. Film, zorba mizahına gülenlerin varlığını eleştiren, bunun da ötesinde bu kültürü ayakta tutanlara huzursuzluk veren keskin bir manevra yapıyor.
Sevilmek, fark edilmek ve ardında iz bırakabilmek, duygusal yetileri olan herkesin en büyük arzusu. A Different Man, bu açlığı yüzeyde gerçeği kamufle eden oyalayıcılar arasında dolanan bir karakter üzerinden gözlemliyor. Filmin her anlamda yenilikçi yaklaşımının yanı sıra, içerdiği performanslara da değinmeden yazıyı bitirmek istemem. Özellikle Adam Pearson’ın varlığına bir kez daha dikkat çekerken, Marvel evreninde fazlasıyla “repo” yapan Sebastian Stan’i anmamak olmaz. Stan’in böylesine cömert bir oyuncu olduğunu ve bu kadar kompleks bir karakteri her anında acımasız bir çıplaklıkla sahneye taşıyabileceğini doğrusu bilmiyordum. Filmin, izleyiciyi derin bir sorgulamaya iten katran karası kapanışında, Pearson ile Stain’in birkaç kelimenin ardına gizlediği muazzam anlamlar ve bunların hedefi kusursuzca vurması da hayranlık uyandırıcı.