Eleştiri
Wicked: Nursuz Cadılar
Crazy Rich Asians ve ardından In the Heights ile büyük prodüksiyonların altından başarıyla kalkabildiğini kanıtlayan Jon M. Chu, müzikal tiyatro hayranlarının göz bebeği Wicked‘ı yönetme görevini üstlenmiş. Chu’nun, tiyatro sahnesinden beyazperdeye geçişte tüm olanakları sonuna kadar zorladığı açıkça görülüyor. Ancak metni yeniden yorumlamak gibi bir niyeti olmadığı da ortada. Broadway, West End ve Tony Ödülleri ekseninde dönen, okyanusun bu tarafında yalnızca uzaktan hayranlık duyabildiğimiz bir kültürün ürünü olarak, film uluslararası izleyiciyi kazanma kaygısı taşımıyor. Bu nedenle, geriye yalnızca doğru kasting kararlarını almak kalmış. İşte Wicked’ın bu denli çok konuşulmasının asıl nedeni de burada yatıyor: Merkezindeki iki dev yetenek, Cynthia Erivo ve Ariana Grande.
EGOT dörtlüsünden yalnızca Oscar’ı eksik olan ve bunu 30 yaşında başaran Cynthia Erivo ile pop müziğin prensesi statüsüne erişerek “yeni Mariah Carey” olmanın ötesine geçen Ariana Grande’nin arasındaki kimya, filmin en güçlü unsurlarından biri. Ancak, bu uyumlu ikiliye rağmen Wicked, tekil başarılardan öteye geçmekte zorlanıyor. Temelinde ırkçılık ve ayrımcılık/türcülük gibi güçlü temalar barındıran müzikalin, bu zengin içeriği derinlemesine işlemeye dair bir çabası yok. Bunun yerine, küçük yaştaki izleyicilerin ilgisini sıkılmadan korumayı hedefleyen bir akışla, başroller ve Jonathan Bailey’in katkılarıyla süslenmiş bir dizi “ıslak hayal” sunuluyor. Erivo, söylediği her şarkıya yüreğini koyarak Elphaba’nın bütün kompleks duygularını hissettirmeyi başarıyor. Hatta Elphaba ve Glinda arasındaki dostluğu inandırıcı kılanın, Erivo’nun performansındaki nüanslar olduğu söylenebilir. Grande ise Saturday Night Live’da azıcık ucundan gördüğümüz komedi yeteneklerini daha da ileri taşıyarak karakterine mizahi bir derinlik kazandırmış. Bu performansıyla Oscar adaylığına, belki de ödülüne ulaşması hiç de uzak bir ihtimal değil. Bailey ise tüm flörtözlüğüyle sahne alarak, eşcinsel aktörlerin heteroseksüel karakterleri canlandırdığında inandırıcı olmayacağına dair çağ dışı inanışları hak ettiği yere gömüyor.
Peki, bu güçlü oyuncu kadrosunun tüm çabalarına rağmen neden Wicked işlemiyor? Idina Menzel ve Kristin Chenoweth’e hak ettikleri çiçekleri verirken neyi eksik yapmış olabilir? Genel izleyiciyi kaçırmaktan korkan ve kolay yolu seçen filmlere alışık değil miyiz zaten? Wicked, büyük müzikal numaralara dayalı bir yapıya sahip. Ancak, şarkılar arasında verilen eslerle sahnede 75 dakikada tamamlanan akışın 160 dakikaya uzaması büyük bir handikap yaratmış. Filmin, duygusal bütünlüğünü koruma çabasıyla araya serpiştirdiği diyaloglar, izleyiciyi sürekli şarkı dinlemekten bir nebze uzaklaştırsa da bu durum ritmi bozarak sarkmalara neden oluyor. Filmin bir diğer büyük sorunu, açılıştan itibaren tüm kartlarını açık oynaması. Bir yıl sonra nereye varacağını bildiğimiz bir hikâyeye bağlanabilmemiz ve karakterleri umursayabilmemiz için yeterince çaba gösterdiğine de ikna olamadım. Tüm bunlarla birlikte görsel tasarım, filmin ihtişamını desteklemekten çok baltalamış. Bir dekat öncesinin yeşil ekran bağımlısı yapımlarını hatırlatan set tasarımı, beklenen ışıltıyı sağlayamıyor asla. Wicked, görsel açıdan sönük görünüyor; öyle ki izleyiciye, filmin yanlış lensle çekildiği ya da sinema salonunun projektöründe bir sorun olduğu hissini verecek kadar cansız bir estetik sunuyor. Tüm bu görkemin içinde, oyuncuların neden sürekli yanlış ya da yetersiz biçimde ışıklandırıldığını sorgulamamak elde değil.
“Defying Gravity,” filmde kendisine meydan okuyan tüm diğer şarkılara rağmen zirve noktası olmayı başarıyor. Öyle ki, kapanış bu şarkıyla yapıldığı için salonu terk ederken izleyicilere önceki eksiklikleri unutturacak kadar etkileyici bir sahne sunulmuş. Görsel efektlerin de katkısıyla bu an, filmin en güçlü bölümü denebilir. Benzer şekilde, popüler kültüre mal olmuş “Popular” ve “Dancing Through Life” gibi parçaların sahneye konuş biçimi de, Jon M. Chu’nun bir müzikalin, bilhassa da bir dans koreografisinin sinemada nasıl görünmesi gerektiğine dair doğru hamleler yaptığını kanıtlar nitelikte. Ancak, Spielberg’ün West Side Story’sinden ışıklandırma konusunda ders alsaydı, belki bugün bambaşka şeyler konuşuyor olurduk. Öte yandan, Elphaba’nın kız kardeşi Nessarose’un 2024 için bayatlığın sınırlarında gezinen hikâyesine bir güncelleme yapılmaması, Madam Morrible ve Jeff Goldblum’un hayat verdiği Oz Büyücüsü karakterinin motivasyonlarının belirsizliği ve Ariana Grande’nin kusursuz komedi zamanlamasının yeterince kullanılmamasını de eleştirirdik muhtemelen. filmin diğer eksik yönleri arasında. İki saate yakınlık orta bölümünde Wicked‘ın bir türlü hareket edememesinin sebebi çok ne de olsa.