Eleştiri

Anora: Baker Sinemasında Kısır Döngü

Yayınlandı

on

ANORA | Yönetmen & Senaryo: Sean Baker | Oyuncular: Mikey Madison, Mark Eydelshteyn, Yura Borisov, Karren Karagulian, Vache Tovmasyan, Aleksei Serebryakov, Luna Sofía Miranda, Lindsey Normington, Darya Ekamasova | ABD | 139′ | Drama, Komedi, Romantik

Bir İstanbul Film Festivali’ydi sanırım, Starlet isimli bir bağımsız filmle tanışmıştım Sean Baker’la. Porno film endüstrisinin yıkıcılığını sınıfsal bir hikâyeyle birleştirerek küçük ölçekte anlatmaya koyulan Baker, sonrasında ülkesinin ekonomik uçurumlarında yaşayan işçi sınıfına ait karakterlerin öykülerini Tangerine ve The Florida Project ile işlemeye devam etti. Red Rocket’ta ise Amerikan kültürüne yine toplumun çeşitli sebeplerle itibarsızlaştırdığı kesimler üzerinden bir bakış attı. Altın Palmiye ödülünü kucakladığı Anora ile Baker çıtayı daha da yükseltiyor. Akıllı telefonlarla film çektiği dönemlerden çok uzaklaşmamış olsa da hem metin hem de görsellik açısından şimdiye kadarki en olgun ve titizlikle işlenmiş yapımıyla karşımızda. Film, Manhattan’daki bir striptiz kulübünde çalışan ve keskin Brooklyn aksanıyla dikkat çeken Anora’nın, yarım yamalak Rusçası nedeniyle patronu tarafından ilgilenmesi için yönlendirildiği Rus bir müşteriyle yeni bir hayatın kapılarını aralamasını konu alıyor. Ancak bu bir peri masalı değil. Sebeplerini daha sonra öğrendiğimiz bir evlilikle şekillenen hikâyede, evlatlarına bir striptizciyle evlenme lüksünü tanımayan varlıklı bir ailenin, hatta oligarkın bu evliliği sonlandırmak uğruna yaptıklarına şahitlik ediyoruz. Anora’nın kısa yoldan köşeyi dönme umutları ise, aralarında belki cinsel bir çekim dahi olmadığı söylenebilecek, çocuk ruhlu bu adamın basiretsizliği yüzünden hızla suya düşüyor.

Better Things ile hayatlarımıza giren ve genç yaşta büyük bir yetenek olduğunu ispat eden Mikey Madison, beyazperdedeki ilk büyük rolünde inanılmaz bir yükü omuzlamış. Sean Baker’ın filmi, Ani karakteri sayesinde var oluyor ve Ani de Madison’ın hem fiziksel hem de nüanslara dayalı oyunu sayesinde ete kemiğe bürünüyor. Sanırım film hakkında konuşan herkesin verdiği örnek bu, ama biraz Julia Roberts’ın Pretty Woman’daki hâlini anımsatıyor. Hatta Roberts’ın sıklıkla anlattığı üzere, aslında çok daha karanlık bir taslak olarak yazılmış ancak stüdyo müdahalesiyle şekere bulanmış olan Pretty Woman’ın o ilk formu, Anora için bir karşılaştırma noktası olarak düşünülebilir. Tıpkı Roberts’ı yıldızlaştıran bu yapım gibi, Anora da Mikey Madison’ın parlayan ışığına yaslanıyor. Zaten Sean Baker filmlerinin temel matematiği de burada saklı. Red Rocket’ın Simon Rex’i, Starlet’in Dree Hemingway’i gibi, burada da sahne Madison’a bırakılıyor.

Anora, üç parçalı bir yapıda ele alınabilir. Şüpheli bir romantik komedi olarak başlayan film, ikinci kısmında, yapının omurgasını oluşturan iyi yazılmış bir screwball komedisine evriliyor. Son bölümde ise Baker, tüm mizahı kazıyıp yerini kendi üslubuna uygun bir trajediyle perdeyi kapatıyor. Bu üç parçayı birbirine bağlayan unsur ise Baker’ın ana karakterine duyduğu yoğun ilgi. Ancak burada büyük bir şefkate tanıklık ettiğimizi söylemek zor; daha çok koşulsuz bir merak ve saplantı söz konusu. İşte bu, filmin beni o deneyimden dışarı itmesinin temel sebebi olabilir. Trans seks işçilerinin, porno yıldızlarının ya da bir motel müdürünün hayatını işlerken Baker’ın içerden bir göz olduğuna inanmamızı çok istemesi, ancak bu insanları egzotik hayvanlar gibi sergilenmesi, bana kalırsa onun sinemasındaki temel sorun. Anora da bu bakış açısından nasibini alıyor. Uyuşturucu, PlayStation ve kötü seks üçgeninde ilk gençliğini tüketen Vanya’nın (Mark Eydelshteyn), Anora’ya duyduğu ilgiyi açıklama zahmetine girmemesi bir yana, Anora’nın bu kaotik girdabın dışında ne hissettiğine dair en ufak bir ipucu bile yok. Kim bu kadın gerçekten? Sadece bir arzu nesnesi mi? Kendisine “yağlı bir kapı” aralayan bu adama düşünmeden “evet” derken, hangi içsel motivasyonlar harekete geçiriyor onu? Filmi olmak istemediği bir şey üzerinden eleştirmek de istemiyorum, ama sözde kucaklayıcı bu tutumun Baker sinemasında mütemadiyen yarattığı mesafeyi de görmezden gelemiyorum artık.

Sean Baker’ın filmlerinde, açıkça dile getirilmese bile, barınma probleminin her zaman ana karakterin arka plandaki temel bir kaygısı olduğunu artık biliyoruz. Bu yüzden bedenini kullanan ve toplumun farklı sınıflarındaki emekçilerin gerçekliğini hissettirmeye çabalarken o kaygı hep esas hareket noktası oluyor. Bu uğurda amatör oyuncuları ve gerçek mekânları kullanması, Anora’da da devam ettirdiği bir yöntem. Ancak sözde beslendiği realizm, yine odadaki en sıra dışı karakterle sınırlı kalıyor. Kendi makus talihine kelepçelenmiş insanların iç dünyası, Baker için bir etmen değil gibi. Parlak oyuncakların eşlik ettiği bir evcilik oyununda kimin nasıl göründüğüyle ve arka planın işleyen canlı bir organizmayı andırmasıyla daha fazla ilgileniyor onun sineması. Bu nedenle, Baker’ın filmleri sıklıkla yöntemlerinin içinde iki boyutlu bir düzleme sıkışıp kalıyor. Anora belki de Baker’ın en sürükleyici ve hikâyesi en zengin filmi. Ancak bu dramatik yoğunluk, hakikatin içinde flulaşması gereken kurmacayı daha da belirgin hâle getirmiş. Her sahnede bir oyun içinde olduğumuz hissi ağır basıyor; Baker tam aksini hedefliyor olmasına rağmen. Filmin dramatik ve görsel atmosferi, gerçekliğe yakın bir dünya kurmayı amaçlasa da, izleyiciyi o dünyanın bir parçası yapmak yerine dışına iten bir deneyime dönüşüyor.

Tüm bunların yanı sıra Anora’da kilit bir karakter daha var: Yura Borisov’un yılın performanslarından birini sergileyerek canlandırdığı Igor. Damadın ailesinin adamlarına iş birlikçi olarak eşlik eden ve süreç içinde Anora’ya giderek artan bir ilgi duyan Igor, aslında filmi çözümlemek için bir anahtar görevi görüyor. Sean Baker, Ani’nin çıkış kapısındaki duygusal boşalmasını Igor’un varlığına yaslayarak aradan çıkarmış. Tam da bu noktada, Baker’ın tanrıcılık oyununda hadsiz bir acımadan beslendiğini fark ediyoruz. Bu insanların düştükleri yollarda ne hayaller kurduklarına ya da ne umutlara tutunduklarına uzun bir süre kafa yormayacağının habercisi Igor. Anora, izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız, sorunsuz işleyen bir film elbet ama Amerika’nın bağırsaklarına inip sınıfsal bir eleştiri yapmaya çalışırken, dünü olmayan ve yarına dair hayal kurmayan karikatürize karakterlerle ikna olmak zor. Baker, kağıt üzerindeki boyutsuz insanlarına bu denli hayranlık duyarken, Anora’dan fazlasını çıkarması zor görünüyor. Biz de Tangerine’in kaosa bulanmış dinamizmine duyduğumuz özlemi sürdürmeye devam ederiz bu gidişle.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version