Kısa Eleştiri

Yedek Kulübesi: Heretic, The Apprentice ve Saturday Night

Yayınlandı

on

Bugün yine hayırlı bir iş için bir araya gelmiş bulunmaktayız sevgili okuyucu. Ödül sezonunun tam orta yerinde, oradan buradan adaylık alarak adı anılan filmlerden üçünü uzun uzun yazmak istemeyen Oscar Boy’unuz olarak asırlık geleneğim Tembelin Günlüğü’nün ruhuna uygun bir potpuri yapacağım izninizle. Hugh Grant’i hem Altın Küre hem Critics’ Choice adayı yapan Heretic, Donald Trump’ı konu alması sebebiyle Hollywood’un ölü taklidi yaparak karşılık verdiği The Apprentice ve âşığı olduğum skeç komedisi SNL’in anısını harcayan Saturday Night. Hazırsanız başlayalım!

HERETIC: REDDIT TURŞUSU

HERETIC | Yönetmen & Senaryo: Scott Beck, Bryan Woods | Oyuncular: Hugh Grant, Sophie Thatcher, Chloe East, Topher Grace | ABD, Kanada | 111′ | Korku, Gerilim

Issız, kırsal bir alandaki sade görünümlü bir evin kapısını çalan iki genç Mormon misyoneriyle açılıyor Heretic. Kurbanlarını kandırarak girişi olup çıkışı bulunmayan evine davet eden Mr. Reed (Hugh Grant), iki genç kadını sözde felsefi, ama özünde manevi meselelerin modern dünyada nasıl pazarlanıp tüketildiğine dair bir tartışmanın içine çekiyor. Ancak, bu tek taraflı münazarada bir kazanan olmadığı gibi, gerçek bir diyalogdan bahsetmek de mümkün değil. Mr. Reed, tipik bir erkeğin bütün egosu ve post-milenyal tükürükleriyle Reddit’ten öğrendiği birkaç yüzeysel düşünceyi, derin bir ilahiyat bilgisi varmış gibi önümüze seriyor. Hem şakanın parçası, hem de şakanın ta kendisi olan Heretic, bu ikilemi aşmayı başaramıyor ve ne yazık ki tehlikeli sularda boğuluyor. Hugh Grant’in, tahmin edileceği üzere, bu sosyopatı büyük bir keyifle canlandırdığına şüphe yok. Doksanların romantik komedilerinin sevimli yıldızından, kötü karakterlerin usta yorumcusuna dönüşen Grant, Paddington ve The Undoing ile başlayan bu yeni kariyer çizgisini Heretic ile zirveye taşıyor. Ancak Grant’in performansını gölgede bırakan, filmin oldukça problemli finali. Ana karakterinin kibriyle dalga geçme çabasındayken, o kibri neredeyse bir kostüm gibi üzerine giyen hikâye, kadınların başına gelenlerin sorumluluğunu yine kadınlara yükleyen bir noktaya savruluyor. Bu tercihle, eleştirmeye çalıştığı ana karakterle aynı affedilmez zeminde buluşuyor.


THE APPRENTICE: TURUNCUNUN BANALLİĞİ

THE APPRENTICE | Yönetmen: Ali Abbasi | Oyuncular: Sebastian Stan, Jeremy Strong, Maria Bakalova, Martin Donovan, Catherine McNally, Charlie Carrick, Ben Sullivan, Jason Blicker | Senaryo: Gabriel Sherman | Kanada, Danimarka, İrlanda, ABD | 122′ | Drama, Biyografi

The Apprentice’i seçimlerden bir gece önce izleyip, sabahında Trump’ın zaferine uyanınca zihnimin karanlık köşelerine sevk ettim. Sebastian Stan ve Jeremy Strong’un güçlü performanslarıyla dikkat çeken bu yapım, ödül sezonunun kırıntılarından faydalanmayı başarsa da, asıl önemini ABD tarihinin en utanç verici başkanının ilk kurmaca biyografisi olmasıyla kazanıyor. Ali Abbasi’nin dışarıdan bir bakış açısı getirdiği film, Trump’ı skeç komedisi estetiğiyle değil, Roy Cohn’un rehberliğinde zararsız bir gençten yozlaşmış bir parazite dönüşmesini izleyerek anlatıyor. Bu anlatının merkezinde, Amerikan Rüyası’nın bir nevi otopsisi yatıyor. Filmin minimalist yaklaşımı, kimileri için Trump gibi bir figürün karmaşıklığını anlatmakta yetersiz görülebilir. Ancak The Apprentice, kötülüğü büyüteç altına almaktan çok, sıradanlığını gözler önüne sermekle ilgileniyor. Bu yaklaşımıyla seyirciyi kendi vicdanıyla yüzleştiren film, kötülüğü her zamanki hâliyle, günlük bir gerçeklik gibi servis ediyor. Stan ve özellikle Strong, olağanüstü performanslar sunmuş. Trump’ın türlü dolandırıcılıkla en tepeye tırmanmasının ardından gelen yemek sahnesi ve Roy Cohn’a verdiği sahte hediyenin olduğu sekans bile tek başına kusursuz bir kısa film niteliğinde. Yetmişler ve seksenlerdeki New York’un Susurluk soslu yozlaşmış yüzünü başarıyla aktarırken, Trump’ın kadınlarla olan ilişkisine daha derinlemesine eğilseydi — özellikle Ivana Trump’la olan dinamiğini irdeleyebilseydi — film daha donanımlı bir yapıya kavuşabilirdi. Filmin gördüğüm en temel eksiği bu.


SATURDAY NIGHT: HIYANET GECESİ

SATURDAY NIGHT | Yönetmen: Jason Reitman | Oyuncular: Gabriel LaBelle, Rachel Sennott, Cory Michael Smith, Ella Hunt, Dylan O’Brien, Emily Fairn, Matt Wood, Lamorne Morris, Kim Matula, Finn Wolfhard, Nicholas Braun, Ellen Boscov, Cooper Hoffman, Willem Dafoe, Paul Rustt, Tracy Letts, Matthew Rhys, Naomi McPherson, J.K. Simmons | Senaryo: Gil Kenan, Jason Reitman | ABD | 109′ | Komedi, Drama

Juno, Up in the Air ve kısmen Young Adult ile yakaladığı başarı serisini, sonrasında çektiği her filmle zedeleyen Jason Reitman, bu kez de New York efsanesi Saturday Night Live’ın elli yıl önceki ilk bölümünü konu alan Saturday Night ile karşımızda. Cameo üzerine cameo ekleyerek konuya ne kadar hâkim olduğunu göstermek istercesine çırpınan yapım, maalesef bu ansiklopedik bilgisinin üzerine sağlam bir hikâye anlatımı inşa etmeyi başaramamış. Reitman, skeç komedisinde çığır açan bu programın güncel haline burun kıvırırken, geçmişin kaosunu övmeye o kadar odaklanmış ki ortaya, yalnızca kendisini tatmin eden bir kakofoni güzellemesi çıkmış. Film, hiçbir karakterine yeterli derinlik ve ekran süresi tanımadığı gibi, tüm bu karmaşanın merkezindeki Lorne Michaels’ı bile harcıyor. Bu durum da Saturday Night Live’ın büyük mirasından kopuk, kendi içinde anlamsız bir kutlama havası yaratıyor ister istemez. Kaldı ki mevcut Saturday Night Live ahalisinin, kokainin kendilerine verdiği yetkiye dayanarak her türlü sıkıntılı mizahı sağan köklerine methiyeler düzen bu yapıma mesafelenmesi de yeteri kadar açıklayıcı zaten. Üstüne, kötü kasting seçimleri ve oyuncuların kendilerine düşen kısacık ekran süresini bile etkisiz bir şekilde değerlendirmesi eklenince, ortaya ne yapmaya çalıştığını unutmuş, amaçsız bir film çıkmış. Sahi ya, hani bir kutlama yapacaktık? Ne bu çığırtkanlık?

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version