Eleştiri
Acı Gerçekler – Hard Truths: Sıradan Dünyada İnsan Olmak
HARD TRUTHS (Acı Gerçekler) | Yönetmen & Senaryo: Mike Leigh | Oyuncular: Marianne Jean-Baptiste, Michele Austin, David Webber, Tuwaine Barrett, Ani Nelson, Sophia Brown, Jonathan Livingstone, Samantha Spiro | Birleşik Krallık, İspanya | 97′ | Drama, Komedi
Üzerimize çığ gibi düşen öfkeyle tanıştığımız andan itibaren, Pansy’nin her tutumuna dikkat kesiliyoruz. Ancak onu ne kadar kazısak da altından çıkan cevaplar gerçek bir aydınlanma sunmuyor. Büyük usta, hayatta birini tamamen anlamamanın da mümkün olduğunu hatırlatıyor. Bazen sebepsiz yere—belki de sadece kan bağı yüzünden—birini bağrına basmak, duygusal zekâsı olan insan evlatlarının mantığa sığmayan davranışlarından yalnızca biri. Leigh’nin bizi bu farkındalığa ulaştırmak için seçtiği yol ise hem alengirli hem de bir o kadar keyifli. Pansy’yi, annesinin vefatıyla henüz tam anlamıyla yüzleşememiş biri olarak tanımlamak yetersiz kalıyor. Geçmişle ilgili kapanmamış hesapları var, hatta kendi kurduğu ailesinden bile emin değil. O sadece kızgın. İçinde cayır cayır yanan bir ateş var ve bu ateşi neyin harladığını sorgulamak yerine, alev püskürtüyor. Hepimiz gibi. Çoğumuz gibi. En önemlisi, gençliğini bugünün farkındalıkları ve fırsatlarıyla yaşamamış pek çok insan gibi… Hele ki toplumsal cinsiyet rollerinden payına düşeni almış orta yaşlı bir kadınsa, Pansy’yi çok uzaklarda aramanıza bile gerek kalmıyor.
Konumlandığı yer itibarıyla Hard Truths’un dünyasına yabancılaşmak mümkün gibi görünse de anlatılanlar bana hiç de uzak bir hâne hissi vermedi. Belki de Pansy’nin tatminsizliği, karakterine başka bir katman eklediği içindir. Yaşadığı ev ve hayat göz önüne alındığında, kuaförlük yapan, bekar bir anne olarak minicik yuvasında iki kızıyla neşeli ve makul bir hayat süren kız kardeşine kıyasla daha ayrıcalıklı olduğu besbelli. Ancak mutfak tezgâhında gereksiz tek bir eşyanın bile durmasına izin vermediği, steril ve bir o kadar da soğuk görünen evinde mutsuz. Arka bahçesinin keyfini bile ancak camın arkasından sürebiliyor. Çünkü huzursuzluğunun gölgesinde yaşadığı evi bile kurallarla zindana çevirmiş. Hayatı kendisi için zorlaştırırken, birlikte yaşadığı insanları da derin tatminsizliğinin yarattığı uçurumdan aşağı itmiş gibi.
Her şeyden önce, bir İngiliz tarihçisi olarak inşa ettiği filmografisinde Mike Leigh, belki de asla tanıklık edemeyeceğimiz hayatların kapılarını aralayarak, birbirimizden aslında hiç farkımız olmadığını daha ne kadar mütevazı bir şekilde anlatabilirdi, bilmiyorum. Hard Truths özelinde, insan koleksiyonuna yine kâğıt üzerinde bir hayli trajik görünen, ancak nüansları sayesinde güldürmeyi de başaran ve yalnızca merak duygusundan beslenen, empati odaklı bir film ekliyor. Pansy’nin varoluşsal sancısının temelindeki kültürel ve politik etkenleri hiç dillendirmeden, yalnızca dayanma gücü gerektiren durumları iki annenin evlatlarının gündelik hayatlarına yansıyan birkaç sahneyle anlatıyor. Üstelik bunu öyle bir doğallık ve eforsuz bir ritimle yapıyor ki hayran kalmamak imkânsız.
Üstesinden gelemediği korkunç bir acıyı diliyle ve çatık kaşlarıyla kamufle eden Pansy rolünde Marianne Jean-Baptiste öyle bir performans sergiliyor ki, hakkında da ne söylesem eksik kalacak gibi hissediyorum. Kız kardeşini canlandıran Michele Austin’in sessiz ama en basit jestiyle bile uçsuz bucaksız bir hoşgörüyü ifade eden oyunculuğuyla birleşince, Hard Truths iyice zirveye yaklaşıyor. Küçücük bir öyküyle dünyaları anlatan bu filme, ekonomik ama derinlikli performanslarıyla sayısız cümle sığdıran iki şahane aktris…
Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, ama birisi Mike Leigh filmleri için “sıradan bir dünyada insan olmanın zorluğunu anlatır” demişti. Hard Truths belki de bu tanıma en çok yakışan filmlerinden biri. Tam anlamıyla ustalık eseri. Uzun yıllardır birlikte çalıştığı Gary Yershon’un müzikleri ile temiz ve lineer kadrajlarıyla bile harikalar yaratan Dick Pope’un görüntü yönetmenliği de bütün övgüleri hak ediyor.