Eleştiri
Hâlâ Buradayım – I’m Still Here: Tarihin Öfkesiz Sayfası
I’M STILL HERE (HÂLÂ BURADAYIM) | Yönetmen: Walter Salles | Oyuncular: Fernanda Torres, Selton Mello, Guilherme Silveira, Valentina Herszage, Luiza Kosovski, Barbara Luz, Cora Mora, Fernanda Montenegro, Antonio Saboia, Maria Manoella, Marjorie Estiano, Gabriela Carneiro da Cunha, Olivia Torres | Senaryo: Murilo Hauser, Heitor Lorega (uyarlama), Marcelo Rubens Paiva (anı) | Brezilya, Fransa | 138′ | Drama, Biyografi
Filmi izlerken ister istemez Alfonso Cuarón’un Roma’sını hatırlıyoruz. Türkiye’de Hâlâ Buradayım adıyla gösterime giren I’m Still Here, benzer bir dönemin kaotik atmosferini yansıtsa da Cuarón’un aynayı merkezdeki aile üzerinden kendi ve kendi gibilere de çevirdiği o kişisel hesaplaşmalara burada yer yok. Salles, kullandığı ezgilerle bir kültürün, kameranın konumlandırılışıyla ise çocukluk anılarını çağrıştıran bir perspektifin peşinden gitmekle meşgul. Anlatısını ise daha çok melodram üzerinden şekillendirmiş. Başrolde izlediğimiz Fernanda Torres, inanılmaz bir mütevazılıkla hem sade hem de derinlikli bir performans sergilese de senaryonun travmalara yaklaşım biçimi, yaşananlardan anlatmayı tercih ettiği kesitler, güçlü bir dramadan çok trajediye meyilli bir kalemin ürünü gibi hissettiriyor.
Paiva ailesinin yaşadıklarını bu film sayesinde öğrendikten sonra, yalnızca Wikipedia’yı karıştırmak bile I’m Still Here’ın nasıl bir film olabileceğine dair güçlü bir fikir veriyor aslında. Ancak Salles’in, Eunice karakteri üzerinden kurduğu anne-ulus benzetmesine tek yönlü bir şekilde saplanması, filmi zedeliyor. Buradaki “evlatlarına sahip çıkma” anlatısı, her şeye rağmen halkını koruyup kollayan ideal bir rejimi çağrıştırıyor. Oysa Eunice’in örgütlü mücadeleye katılması, hukuk okuyarak adaletle bambaşka bir ilişki kurması gibi çok önemli detaylar da var. Salles, nedense bunların tamamını göz ardı ederek Babam ve Oğlum ya da Çemberimde Gül Oya misali, eksik ve kişisel olaylara odaklanan bir tarih yazımını tercih ediyor. Ölçülemez büyüklükteki acı, Eunice ve çocuklarının her şeye rağmen gülümsemek zorunda hissettiği bir çaresizliğe hapsoluyor. Oysa yaşananların yıllar sonrasında asla pes etmeyen bir kadının direnişiyle taçlandığını biliyoruz; ancak film, bunu yalnızca cümle aralarında geçiştiriyor.
İnsan haklarının hiçe sayıldığı, devlet eliyle gerçekleştirilen katliamların, haksızlıkların ve soykırımların kurbanlarına ve yakınlarına duyulan derin üzüntü, çoğu zaman anlatılar üzerinde bir sorumluluk hissi doğurur. Ancak böylesine güçlü bir hikâyeyi, bu kadar dar bir çerçeveye sıkıştırmak bana haksızlık gibi geliyor. Örneğin, finalde her şeyi açığa çıkaran televizyon haberi, sadece bir acı hissi uyandırıyor. Eğer Salles ve senaryoyu yazan Murilo Hauser ile Heitor Lorega’nın içinde bir öfke varsa, bunu filmin hiçbir yerinde göremiyoruz. Üstelik yapımın, Eunice ve Rubens’in oğlu Marcelo Rubens Paiva’nın kaleme aldığı bir anı kitabından uyarlandığını düşününce, bu eksikliği göz ardı etmek de pek mümkün olmuyor.
Basmakalıp anlatım biçimlerine sıkı sıkıya bağlı, ana akım bir film olarak I’m Still Here’ın gişede ve genel izleyici nezdinde başarılı olmasına şaşırmıyorum. Ancak anlatı ne kadar insanileştirilip duygusal yükü taşınamayacak kadar ağır hâle getirilse de, tarihe dair politik gazabın bu denli derinlere gömüldüğü filmlerle bağ kuramıyorum sanırım. Öfkeyi göremediğimde, her şeyi olduğu gibi kabul eden bir apolitiklikle muhatap oluyormuşum hissini de aşamıyorum.