Dizi Eleştirisi
Dying for Sex (Mini Dizi): Ölümüne Yaşamak

DYING FOR SEX | Yaratıcılar: Kim Rosenstock & Elizabeth Meriwether | Oyuncular: Michelle Williams, Jenny Slate, Rob Delaney, Jay Duplass, Sissy Spacek, David Rasche, Esco Jouléy, Kelvin Yu, Zack Robidas, Paula Pell | 30′ | Disney+ (Türkiye) – FX on Hulu (ABD)
Dying for Sex, Molly Kochan adlı bir kadının, yakın arkadaşı Nikki Boyer’la birlikte hazırladığı aynı isimli podcast’ten ve Kochan’ın kendi kaleminden çıkan anı kitabından uyarlandı. Ancak FX ve Hulu ortak yapımı olan dizinin yaratıcıları, New Girl’den tanıdığımız Liz Meriwether ve Kim Rosenstock, bu projenin doğrudan bir adaptasyon değil, daha çok bir esinlenme olduğunu vurguluyor. Zira ne podcast’in ne de kitabın Kochan’ın hayatındaki yerine doğrudan temas eden bu dizi, işin Molly tarafından üstlenilmiş dökümantasyon mesaisini bir kenara bırakıp; hayatı boyunca orgazm yaşamamış bir kadının, ölüm döşeğinde arzularına kulak vererek eşini terk etmesini ve kalan vaktini istediği gibi geçirmesini merkeze alıyor. Ancak hikâye, projenin başlığına dahi taşınmış bu misyonla sınırlı kalmıyor. Yetişkin kadınlar arasındaki dostluğun kıymetine de eğilen dizi, The White Lotus’un son sezonunun bıraktığı yeri de anımsatan bir perspektifle ilerleyip bazen sadece masada oturmanın, yolculuğun bir parçası olmanın da ne kadar değerli olduğunu hatırlatma derdinde. Seks ve ölümün insan doğasının birbirine çok benzeyen temel unsurlar olmasına tutunarak, sekiz bölümde tabuları yıkıp salya sümük uğurluyor izleyicisini.
Seksin erkeklere atanmış bir eylem olarak kodlandığı kültürle doğrudan hesaplaşmasa da, Dying for Sex’in bu konuyla derdi olduğu açık. Molly’nin (Michelle Williams), metastazlı ölümcül kanser teşhisinin ardından kocası Steve’den (Jay Duplass) ayrılması, bu çarpık kültürel bakışın bir sonucu gibi okunuyor. Hayatta olduğu gibi yatakta da partneri olan adamın, ilk kanser teşhisinden sonra adeta bir hastabakıcıya dönüşüp aralarındaki cinsel etkileşimi sıfırlaması karşısında Molly’nin duyduğu öfke hem bariz hem de anlaşılır. Yirmili yaşlarına, daha doğrusu arzulanmaya duyduğu özlemi de yanına alarak çıktığı bu yolda, en yakın arkadaşı Nikki’yi (Jenny Slate) seçiyor kendine yoldaş olarak. Steve, tipik bir erkek gibi tüm görevlerini tek başlıkta toplamaya çalışırken; Nikki, hayatını durdurup Molly’ye sıkı sıkıya tutunuyor. Çok da parlak ilerlemeyen kariyerini rafa kaldırıyor, vericiliğinden yakınan erkek arkadaşını geride bırakıyor, bir kanser hastasının tedavi sürecine dair her bilgiyi öğreniyor, gelişiyor ve en önemlisi: Molly’nin gerçekleştirmeye cesaret edemediği fanteziler için onu yüreklendiriyor.
Diziyi iki parça olarak değerlendirmek mümkün. İlk dört bölüm, öleceğini bilen bir kadının cinselliğini doyasıya yaşama ve keşfetme çabasıyla dans halinde. Senaryo, seksi olduğu kadar komik deneyimlerle duygusunu sabitlemeye de özen gösteriyor. Son dört bölümde ise ton sertleşiyor, hazmı daha ağır bir anlatıya geçiliyor. Molly’nin bedeni artık zorlanmaya başlıyor; ikili ilişkilerinde, kanserin görünmezliğine yaslanarak kafasına göre hareket etme lüksünü yitiriyor. Cinsel devrimden mizah çıkartıp ardından ölümün soğuk gerçekliğiyle yaratılan kontrastın bu denli işlemesi gerçekten ürpertici. Ancak bu noktada Dying for Sex‘in araçları bir hayli fazla. Molly ve Nikki arasındaki ilişki, bence tüm romantik ya da cinsel bağlanmaların ötesinde, çok daha güçlü bir sevginin temsili. Öylesine sağlam bir temel oluşturuyorlar ki, üstüne ne inşa edilse işler zaten. Hani öyle bir sevgi ki bu; kendinden farklı olan dostunu, sahip olmadığın özellikleri taşıdığı için sevmek… Gıpta etmek, başardığı her şeyle gurur duymak. Finale doğru gelen keşif ise hikâyeyi bambaşka bir yere taşıyor: Bir sevgiliyle değil de bir arkadaş sayesinde birini ne kadar sevebileceğini öğrenmek fikri, hem büyüleyici hem de kadın (ve hatta biraz da kuir) dostluğun pek değinilmemiş bir tarafını anlattığından, farklı.
Beni ağlatan yapımların karnımı nasıl doyurduğunu sıkça dile getiriyorum, o yüzden aynı yere değinmemeliyim belki ama burada ağladığım şeyin ölüm olmadığını söylemem gerekiyor sanıyorum ki. Bu güçlü arkadaşlık tarifine hazırlıksız yakalandım. Bana göre yaşayan en iyi aktris Michelle Williams ve yer aldığı her rolü adeta devleştiren Jenny Slate, kariyerlerinin zirvesine göz kırpan performanslarıyla dizinin gücünü katlıyor. Sissy Spacek’i görmek de ayrı bir keyifti, ama esas Rob Delaney’e özel bir parantez açmam gerek. Catastrophe’de tanıyıp komedi zamanlamasına hayran kaldığım Delaney’nin, ilk kez bu denli doğru kullanıldığına şahit oluyorum. İtaatkâr komşu rolüyle Emmy saflarında adını görürsek hiç şaşırmayacağım. Zaten kadroda, prostetik penislere kadar her şey yerli yerinde, ama Delaney’nin katkısına değinmem şarttı.
Tüm bu palyatif kaosun içinde, yaşını almış bir erkek doktorun mesleki deformasyona varan ruhsuzluğu ya da vajinadan bahsetmekteki çekinceleri gibi detaylardan, “kink”lerin kaynağını istismarda aramaya uzanan katmanlar da mevcut Dying for Sex’te. Bu çağdaş kadın perspektifinin tekil olmadığını, yaşanmışlıkların verdiği zenginlikle iyice netleştiriyor. Garip ama tek şikayetim bölümlerin kısalığı. Sümsük kocasına alan açılmayacaksa, Molly ve elbette Nikki’yle daha fazla vakit geçirmeyi çok isterdim. Perdenin kapanacağını bilince gelen o saf özgürlük hissini, bu kadar kısa sürede bana geçirebildiyse daha uzun bir mesaide neler yapardı, kim bilir?