Takip et

Dizi Eleştirisi

Severance (2. Sezon): Modern Kölelikte İkinci Perde

tarihinde yayınlandı.

Severance

SEVERANCE | Yaratıcı: Dan Erickson | Oyuncular: Adam Scott, Britt Lower, Zach Cherry, John Turturro, Tramell Tillman, Dichen Lachman, Patricia Arquette, Christopher Walken, Jen Tullock, Michael Chernus, Sarah Bock, Merritt Wever, Gwendoline Christie, Bob Balaban, Alia Shawkat, Darri Ólafsson, Karen Aldridge | 37~75′ | Apple TV+

Network televizyonculuğunun yılda 20-22 bölüm çıkaran düzeni yerini kablolu kanallara ve dijital platformlara bıraktığından beri, bütçeler büyüdü, bölüm sayıları azaldı ama sezonlar arası bekleyişler anlamsızca uzadı. Tanıtıma neredeyse hiç bütçe ayırmayan Apple’ın, kitaplığındaki en iddialı projelerden biri olan Severance’ın müthiş prömiyerinden tam üç yıl sonra gelen ikinci sezonunun başına da bu yüzden büyük bir hevesle, fakat neredeyse her şeyi unutarak oturduk. Şahsen, ilk sezonu hatırlamak için takviye izlemeler yapmak zorunda kaldım. Hikâye, dört kahramanımızı bıraktığımız yerden devralıyor: Güvenlik odasında, içeridekilerin hayatlarını dışarıdakilerle karıştırmak üzere düğmeye uzanan Dylan (Zach Cherry), eşinin yaşadığını öğrenen Mark (Adam Scott), Lumon ailesinin bir parçası olduğunu keşfeden Helly (Britt Lower) ve sevdiği Burt’ün (Christopher Walken) kalbinde başka biri olduğunu anlayınca rüyasındaki sonsuz koridorun peşine düşen Irving (John Turturro)… Tekinsiz prodüksiyon tasarımı, tedirginliği hiç eksik etmeyen müzikleri ve saat gibi işleyen senaryosuyla Severance, yine anlamını çözmeye çalıştığımız sayısız garip hadiseye maruz bırakıyor sevmekten usanmadığımız bu kahramanlarını.

Merkezdeki dörtlüsünün dışında, Lumon yöneticilerinin kaymış şirazeleri üzerinden de yeni sezonunda bazı kapılar aralayan Severance, aslında bir televizyon efsanesi olan Lost’un alet çantasından bolca yararlanıyor. Görünürde kusursuz bir evren kuruyor; ancak bu evreni ipuçlarıyla örüyor, temel motivasyonunu ise asla açık etmiyor. İnsan hayatının zenginlerin elinde bir oyuncağa dönüştüğü bu karanlık gerçeklikte, gizem unsuru her zaman en üst rafta. Diziyi benzersiz kılansa, bunu kimlik üzerine varoluşsal sorgulamalarla, kapitalist düzende insanın değersizleştirilmesine dokunan bir üslupla yapabilmesi. İlk sezonla kurduğu dünyayı, bu kez kısmen daha “aksiyon” odaklı ve gereğinden fazla miktarda konsept bölümlerle genişletiyor üstelik. Sonrasında da o eşsiz bilmecelerini çözmemizi istiyor yine.

Severance

Severance’la ilgili en sevdiğim şey, türler arasında hiç bitmeyen bir vals gibi salınması. Aşırı ciddiyetle ele alabileceği bilimkurgu temalarını, neredeyse her sahnesine sızan ince mizahla yumuşatmayı başarıyor. Bireysel trajedilerinin içine akıl almaz aşklar serpiştiriyor; böylece mantıktan uzak, çocuksu iç versiyonlarını bile bağrımıza basmamıza neden oluyor bu karakterlerin. Önceki sezonda çok da önemsemediğim Mark–Helly dinamiği ve Irving ile Burt’ün dokunaklı çekiminin yanına Dylan’ın eşine dair katmanlar da eklenmiş bu defa. Mucizevi bir aktris olduğunu düşündüğüm Merritt Wever çıkıyor Gretchen rolünde karşımıza ve Dylan üzerinden Lumon’un asansörde kat değiştiren kimyasını bambaşka bir gözle görmemizi sağlıyor. Kapalı kapılar ardındaki şefkatli buluşmalarının, bu koşturmacalı anlatının içinde nefes aldığımız anlara dönüştüğünü düşünüyorum.

Dizinin yaratıcısı Dan Erickson ve ikinci sezonun beş bölümünü yöneten Ben Stiller’ın, gereğinden büyük bir kargaşaya yol açmaktan kaçınan temkinli manevraları, bu kurumsal cehennemin sürekliliğini meşrulaştırıyor kesinlikle. Severance, her türden ilham alırken yeni cepheler açmak yerine, önceden var olan soru işaretlerini derinleştirerek ilerliyor—ki bana kalırsa bu tercih son derece yerinde. Gerilimin ağırlığı yorucu hâle geldiğinde romantik komediye yaslanması, distopik bilimkurguyu body horror öğeleriyle taze tutması ve sosyolojik gözlemlerini samimi bir kafadar/ekip komedisi diliyle sunması gerçek bir ustalık örneği. Erickson’un kalemiyle, Stiller’ın kamera arkasındaki zarif dokunuşları birleşince ortaya türler üstü, benzersiz bir anlatı çıkıyor.

Severance

Elbette yarattığı mirasın biraz farkında olan her dizi ve anlatıcısı gibi, Severance da bu farkındalığın yan etkilerinden muzdarip zaman zaman. Patricia Arquette’in merkezde olduğu, “filler” havası ağır basan zayıf bir bölüm ya da Gwendoline Christie’nin tuhaflığından gereğinden fazla medet uman kimi kafa karışıklıkları buna örnek. Yine de bu ufak sapmaları, kurumsal yapılarda terfi alınca meziyetlerini sergileyeceğim derken gerçek karakterini ele veren kuklalar gibi davranan Milchick’in (Tramell Tillman) ustaca ördüğü entrikalarla kompanse edebiliyor. Hatta “Neden bu kadar küçüksün?” sorusunun yöneltildiği yeni asistan bile, patron–işçi ilişkisinin katran karası hicvinde hatırı sayılır bir görev üstleniyor.

Bu ivmeyle devam ettiği sürece Severance’ın yayın hayatı boyunca ödüllere boğulacağına ve sona erdiğinde televizyon efsaneleri arasında anılacağına hiç şüphe yok. Tek bir notayı bile kaçırmayan etkileyici oyuncu kadrosu, kusursuz işleyişi sağlayan senaryo odası ve her anksiyete dolu günüme fon olan Theodore Shapiro imzalı müzikler… Hepsi bu başarının mimarları arasında. Belki bu sezon, Emmy’lere göz kırpmaktan çok kendi rotasında ilerlemeyi tercih etseydi, tereddütsüz “kusursuz” damgasını da yapıştırırdım.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin