Dizi Eleştirisi
The Pitt (1. Sezon): Modern Televizyon Vardiyası
THE PITT | Yaratıcı: R. Scott Gemmill | Oyuncular: Noah Wyle, Tracy Ifeachor, Patrick Ball, Katherine LaNasa, Supriya Ganesh, Fiona Dourif, Taylor Dearden, Isa Briones, Gerran Howell, Shabana Azeez, Shawn Hatosy, Amielynn Abellera, Jalen Thomas Brooks | 40~60′ | HBO
The Pitt, 15 saati bulan uzun maratonunda sadece network televizyonculuğuna duyulan özlemi beslemekle kalmıyor. ER’da yıllarca yazarlık ve yapımcılık yapmış R. Scott Gemmill ile yine aynı acil serviste pişmiş televizyon efsanesi John Wells’in bir araya gelişi, stresli iş ortamlarının kurmacadaki başarısından da güç alıyor. The Pitt’i bu bağlamda öncülü ER’la anmak mümkün; sırf hastane ortamında geçtiği için Grey’s Anatomy ve House gibi daha popüler türevleriyle de kıyaslanabilir. Öte yandan, The Office’ten The Bear’a uzanan, iş yeri kültürüne odaklanan geniş bir anlatı geleneğiyle aynı cümlede anılması da hiç yanlış olmaz. Tüm bunlara ek olarak The Pitt, oyunbaz anlatı yapısını gerçek zamanlı bir acil servis güncesi olarak sürdürüyor. 15 saatlik bir vardiyayı kapsayan ilk sezonu boyunca, acil servisin ter, kan, kimyasal ve bilumum vücut sıvısını görmüş zeminini arşınlayan personeli aracılığıyla hem medikal hiyerarşiyi kurcalıyor hem de televizyonun pek cesaret edemediği grafik detaylarla, bir eğitim hastanesinin aşırı yoğun atmosferinde seyircisinin sınırlarını zorluyor.
Kiefer Sutherland’i yıllarca cnbc-e dergisi kapaklarında ağırlayan 24 ile de akrabalık taşıdığını söyleyebileceğimiz The Pitt’in bir kaptanı var elbette. ER dizisinde de iz bırakan Noah Wyle’ın hayat verdiği Dr. Michael “Robby” Robinavitch, tüm vardiya boyunca bize eşlik eden; işini seven, ama bütçe kesintileri, personel yetersizliği ve ABD sağlık sisteminin bürokratik çıkmazları içinde sürekli mücadele veren bir şef. Pandemiden miras travmaları, acil servise yeni ayak basmış acemi doktorlara yaklaşımı, profesyonel sınırların zamanla silindiği mesaide kurduğu neredeyse ailevi bağlar… Tüm bunlarda duygusal sömürünün tuzağına düşmeden, izleyiciye de, birlikte çalıştığı personele de babacan bir güven duygusu armağan ediyor. Wyle’ın etkileyici performansı zaten dizinin en başarılı yönlerinden biri. Ama The Pitt, sadece Wyle ile sınırlı kalmayan oyuncu seçimleriyle de sezondaki diğer yapımların eline su dökemeyeceği kusursuz bir kasting örneği.
Nereden başlasam, hangisini övsem bilemiyorum. Hamileliğini gizleyen Dr. Heather Collins rolünde Tracy Ifeachor’un gösterişsiz ama etkileyici performansı, dizinin en kritik kırılma anında hikâyeyi sulandırmadan taşıyan senaryoyla birleşince unutulmaz bir noktaya evrilen Patrick Ball’un Dr. Frank Langdon yorumu, acil servisin Robby’den sonraki en kilit figürü olarak tanımlanabilecek baş hemşire Dana Evans’a hayat veren Katherine LaNasa’nın Emmy adaylığını fazlasıyla hak eden işçiliği ilk aklıma gelenler. Sınıf farklarını ve geçmişleri eşitleyen bu kaotik iş ortamında, bir çiftçi çocuğu olarak farklı becerileriyle öne çıkan tıp öğrencisi Dennis Whitaker’ı canlandıran Gerran Howell, kesinlikle sezonun keşiflerinden. Nörodiverjan doktor rolündeki Taylor Dearden’ın (ki kendisinin Bryan Cranston’ın kızı olduğunu çok sonra fark ettim) içe dönük ama canlı performansı ve ukala doktor adayı olarak çoğu sahneyi çalıp götüren Isa Briones da aynı şekilde. Bilhassa dizinin genç oyuncularının kariyerleri şüphesiz birçok başarıya gebe, ama onları senelerce ilk hatırlayacağımız yerin The Pitt olacağı kesin.
Bu kadar fazla karakterin ve farklı kişiliğin bir arada olduğu, kaosuyla izleyiciye neredeyse klostrofobik bir atmosfer yaratan bir alanda herkese üçüncü bir boyut kazandırabilmek kolay iş değil. The Pitt, çoğunluğu sıradan vakalar barındırsa da sadece bunlar üzerinden değil; Amerika’daki gençler arasında giderek artan uyuşturucu kullanımı, bu kullanımın psikolojik/sosyolojik sebepleri ve yıkıcı sonuçları, silah denetimsizliğinin yol açtığı toplu katliamlar ve “incel” kimliğini bir gerekçe olarak kullanan, artıştaki yalnız genç erkek nüfusunun salt şahıslarına değil çevresel etkinleştiricilerine de değinerek başarıyor. İş ortamındaki kadın-erkek, alt-üst dengelerine dair gözlemleri ididaktikleşmeden, doğallığını koruyarak hedefi buluyor. Covid travmasından kürtaj hakkına, insan kaçakçılığından yaşlı ve hasta bakımını üstlenen bireylerin ruh haline kadar genişleyen sosyal temalar da anlatının yoğunluğuna rağmen dikkatle yerleştirilmiş durumda.
The Pitt, ne ilk medikal drama, ne de acil servisi merkezine alan ilk dizi. Ancak bunu ne basit bir melodrama ne de tıbbi jargona saplanarak yapmadan, neredeyse hiç falsosu olmadan 15 hafta boyunca ilgiyi canlı tutan ve üstelik bölümler ilerledikçe bağımlılık yaratan ilk iş olabilir. En şaşırtıcı tarafıysa, büyük yüzleşmelere ya da dramatik dönüm noktalarına alan açabileceği anlarda bile buna tenezzül etmemesi. Dizinin bakışı, krizin ortasında kendini değil görevini düşünen; ruhu, enerjisi tükenmiş olsa da bir sonraki hastaya koşan doktorların zihniyetine odaklanıyor. 15 saatlik bu aralıksız vardiyayı onların perspektifinden, ardına bakmadan tüketiyor. Bu keşmekeşe bir kez daha döneceğimiz günü şimdiden iple çekiyorum. İkinci sezonun Ocak 2026’da geleceğini açıklayan HBO (4 Temmuz’u konu alacakmış hatta.), artık Emmy kampanyası hazırlıklarına başlayabilir. Şayet doğru tuşlara basarlarsa, ufukta En İyi Dizi ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleri gözüküyor.